1 Haziran 2023 Perşembe

Muhalefetin Seçimi Kaybetmesine Sebep Olan 5 Kişi

1. Kemal KILIÇDAROĞLU

2. Muharrem İNCE

3. Ali BABACAN

4. Ekrem İMAMOĞLU ve Eşi

5. Oğuzhan UĞUR

 

1. Kemal KILIÇDAROĞLU

Bu analizi ilk defa duyacak ve neden kaybettiğini çok iyi anlayacaksınız. KILIÇDAROĞLU maalesef bir siyasi pati başkanı gibi davranmıyor; uzun zamandir bir insan hakları aktivisti gibi davranıyor. Kendisi hakkında "Ey KILIÇDAROĞLU #KararVer İnsan Halkarı Aktivisti misin Yoksa CHP Genel Başkanı mı?" adlı geniş bir yenilgi yazısı yazdık  bu linkten okuyabilirsiniz

2. Muharrem İNCE

20 yıla yakın vekillik yapmış bir siyasetçi olarak çok heyecanlı ve amatör hareketler sergiledi ve iticiliğin dibine vurdu ve sonuçta 0.5 oy alarak başarısız oldu. Parti ve aday olarak başarısız olması da yetmedi muhalefetin de kaybetmesine sebep oldu. "Nasıl oldu?" derseniiz bu açıklayalım. 

Öncelikle Muharrem İNCE seçim döneminde CHP eleştirilerinin dozunu ve amacını tamamen kaçırdı ve bir tür kuyruk acısı sergiler gibi saçmaladı. Daha çok sanki hala CHP'nin bir vekilitmiş ama CHP nin vekil adaylarına ve cumhurbaşkanı adayına muhalefet ediyormuş gibi davrandı. 

Oysa kendisinin ayrı bir partisi vardı ayrı ve o partinin başkanıydı ve kim ne derse desin 20 yıllık iktidarı eleştirmeliydi daha çok.Bunu da yapamazdı çünkü vekil dokululmazlığı yoktu ve ERDOĞAN'dan korkuyordu.

Sonuçta muhalefete muhalefet etmenin bir yargılanma bedeli yoktu ve en kolay olanı yaptı. 

Bu saçma ve yersiz muhalefete muhalefeti aslında Millet İttifakı'na gelecek potansiyel kararsız ve AKP den vazgeçmiş oyları da tekrar gerii itip Cumhur'a gitmesine sebep oldu. CHP vekili olmamasına rağmen öyle tuhaf bir CHP eleştirisi ve bir tür parti içi muhalefet gibi davrandı ki, adeta bu seçmenlere "Millet İttifakına gitmeyin onun yerine Cumhur'a oy verseniz daha iyi edersiniz" gibiydi. Kendisini öyle kaybetmiştki sadece Aatatürkçülere hitap ederek 2. tura kalacağını sanıyordu. Oysa şunu fark etmeliydiki muhafazakar ve solcu kürt oylarından ciddi bir oy alamadan asla 2. tura kalamaz veya kalsa da Eroğan'a karşı galip gelemezdi.

Bütün bunları bilmesine rağmen kişisel ihtirası için zorladı ve kendisine karşı yapılan kumpasları bahene ederek hastalandı ve muhalefetten milyonların destek beklentilerine hastahaneden gönderdiği yapmacık ahsta fotosuya ölü numarası yaptı. Aslında istese de destek açıklayamazdı çünkü ERDOĞAN korkusu onu esir almıştı.

O kadar amatör ve vasat bir siyaset şekli varki Türkiye siyasetine tamamen AKP'ye yaracak "Adam Kazandı" sloganını bile hediye etti.

3. Ali BABACAN 

Kendisini gerçek bir liberal demokrat sanan bu muhafazakar arkadaş Millet İttifakı içinde eyr alıp millet ittifakına yenilgiye uğratmak için canla başla fütüsruszca ve sorumsuzca konuşmaları ile kendi partisine ve Millet İttifakına çektiği muhafazakar seçmenin Cumhur İttifakına  geri kaçmasıan sebep oldu. Özellile Türklük tartışması ve Siha konularındaki ölçüsüz ve yersiz tüm söylemleri Millet İttifakının zaten HDP ye Selahattin Demirtaş'a olan desteği yüzünden eleştirilere maruz kaldığı bir ortamda iyice milliyetçi muhafazakar seçmenden tepki aldı ve sonuçta deprem dönemi %40 lara düşen Cumhur İttifakı BABACAN'ın bu sorumsuzluğu yüzünden tekrar %45 aştı ve seçimi ithal seçmenlerle ERDOĞAN'ın kazanmasına sebep oldu.

4. Ekrem İMAMOĞLU ve Eşi Dilek İMAMOĞLU

Ekrem İMAMOĞLU İBB seçimini kazandığından bu yana sürekli eksi bir itibar durumunda. Başta Mansur YAVAŞ ile arasında fark yokken cumhur başkanlığı adaylığı için  kendisine verilen destek büyük şehirlerde %20 ye kadar düştü ve buna sebep olan şeyde mizacındaki iflah olmaz sorunlar.

Çok cevval ve atarlı hatta çoğu kişiye yapmacık gelen samimi olduğunu iletmede ciddi sorunları olan bir hali var. Asla sakince, kontrollü ve ondan beklenen ağır başlı bir davranışı sergileyemiyor ve özellikle konusu asla olmadığı halde seçim döneminde ve öncesinde HDP ve Selahattin Demirtaş konusundaki açıklamaları ve eşinin güneydoğuda mitinglere katılıp zafer işareti yapmasına varacak şekilde son derece gereksiz davranışları ile karadeniz seçeminde infiale yol açtı ve tüm o enerjisi ters tepmiş gözüküyor ve KILIÇDAROĞLU adeta hüsrana uğradı bu bölgede ve iç anadolu da. Oysa muhafazakar ve milliyetçi seçmen olan iç anadolu ve karadenizde İMAMOĞLU eğer ağzını tutsaydı epey bir destek getirebilirdi Millet İTTİFAKI'na

5. Oğuzhan UĞUR

Bir asker çocuğu olmasına rağmen pkk'yı terör örgütü saymayan TİP ve HDP'lilere rating için veya demokrasi için gösterdiği laçka ilgi ve sempatik davranışları muhalefete meyilli olan eğitimi düşük orta yaş ve genç milliyetçi muhafazakar seçmen için bir referans noktası olarak kabul edildi ve teröre hzimet ettiği düşünülerek şeytanlaştırıldı. Seçimin kaybedilmesine sebep olması hakkında "Muhalefetin Seçimi Kaybetmesindeki En Önemli Siyaset Dışı Kişi; Oğuzhan  Uğur" adlı geniş analiz için bu linke tıklayınız.


 


30 Mayıs 2023 Salı

Muhalefetin Seçimi Kaybetmesindeki En Önemli Siyaset Dışı Kişi; Oğuzhan  Uğur


Evet, şaşıracaksınız, hatta "ne alaka diyeceksiniz?" belkide ama Oğuzhan Uğur demorkasiye hizmet edeyim derken seçimi muhalefete kaybettiren siyaset dışı en önemli hatta tek kişi..

"Nasıl olur?" diyenler için anlatalım.

Muhalefetin seçimi kaybetmesine sebep olunan şey, malum eğitim seviyesi daha düşük, sosyal ağ olarak daha çok facebook ve instagram kullanan orta yaş kararsız milliyetçi muhafazakar kesimin seçimden önce iktidarca da tetiklenen gösterdiği ani seçmen davranışı idi. 

%10-15 diyebileceğimiz muhalefete de yakın olan kararsız bu kesimin neredeyse tamamı Cumhur ittifakına yöneldi. Seçimden önce %40 civarında olan Cumhur İttifakı seçmeni son bir kaç ayda depreme rağmen ısrarla iktidara yanaştı veya kaçtı

Çünkü bu seçmen tipi  KILIÇDAORĞLU'nun hdp seçmeni üzerinde seçim kazanma stratejisine tepkiliydi ve buna paralel gelen Oğuzhan Uğur'un Hdp'ye ek olarak birde gene özellikle pkk'yi terör örgütü saymayan TİP'i de eklemesi ve Tip ve Hdp temsilcilerini de tek tek veya toplu oalrak tepkilere rağmen demokrasi uğruna konuk yapması ve bu konuklara karşı olan laçka(önlerinde diz çökerek poz vermesi) gibi aşırı demokratik hoşgörüsü bu  kesim tarafından, hatta Hdp ve Tip seçmeni olmayan muhalefet seçmeni tarafından da çok itici bulundu ve Oğuzhan Uğur böyle bir ciddi konuda şehitlerimizin mevzu olduğu ve pkk'yı terör örgütü saymayan konuklarına gösterdiği ilgi yüzünden bir anlamda muhalefetin bir parçası olarak şeytanlaştırıldı ve kendisinin de epey lakayıt ya da çok matrak olan mizacı kendisi KILIÇDAROĞLU muhalefetin bir parçası veya bir kanaat önderine dönüştürdü ve sonuçta Babala tv bir terör propagandası yapılan bir yeni medya olarak görüldü, bu interneti kullanan eğitimi düşük milliyetçi muhafzakar seçmen tarafından.

Bu gerçekten de bir ön görülmeyen hataydı üstelik bunu bir asker çocuğu olarak Oğuzhan Uğur göstere göstere yaptı sırf yandaş medyaya rakip yeni bir demorkatik internet medyası oluşturma adına.

Sonuç olarak, Oğuzhan Uğur seçimin kaybedilmesinde siyasetçi olmayarak sorumlu olan tek kişi belkide.






29 Mayıs 2023 Pazartesi

Ey KILIÇDAROĞLU #KararVer İnsan Halkarı Aktivisti misin Yoksa CHP Genel Başkanı mı?


 #KararVer hangisisin?


Türkiye sadece aktivist gibi siyaset yapılacak yer değil, hele CHP başında 13 yıl aktivist gibi siyaset yaparsan olacak olan budur.

Çünkü ülkenin eğitim ortlaması malum ilk okul terk.

Kaldı ki, yapıyorsan en başta muhafazakarlara 90'lardan itibaren yapılan sistematik zülm ve itibarsızlaşmadan başlaman gerekirdi.

13 yıl bu konuda hiç bir şey yapmayıp, sonra ülkenin rejimi zulme ugrayan takiyyeci İslamcılar tarafindan tamamen mahvedildiği bir anda çıkıp "helalleşeceğiz" veya "evet, başörtüsü konusunda hatalar yaptık" demen de samimi değil.

Bunu CHP'nin başına geçtiğin 2010'dan itibaren yapmalıydın.

Ama görünen o ki, sen 25 yıl bürokraside çalışmış biri olarak, o militarist faşist elitist vesayet rejimini içselleştirmişsin ve bunu üzerinden atmak 10 yıl sürdü veya hic umrunda değilmiş bu halka yakın olmak.

Tamam anladık, bu merkez sağ sünni muhafazakar siyasetinden ölesiye nefret eden bir alevisin, bu çok belli,  ama en azından sahteden de olsa ara sıra bu halka yaklaşıp  "inşallah" "maşallah" falan deseydin İBB Başkanın İmamoğlu gibi. Sünni muhazakar siyasetçi alejini neden bu kadar belli ediyorsun. Neden bir bürokrat gibi davranıyorsun. Neden insanlara samimi ve sıradan bir köylü veya varoştan gelen bir insan gibi gelmiyorsun? Bunu hiç düşündün mü?

Bu kadar mı vizyonsuz ve zekasız olur insan?

Hadi bunlar yapmadın seçime 1 ay kala seccadeye basmak nedir arkadaş?

Aptal olmaya manipüle etmeye gerek yok

Seccadeye basıp ilk turdan önce seçimi kaybettirdin sen. Bunu aklí olan herkes gordü ama olay büyümesin diye sustuk ve manipule ettik ama ise yaramamış hiç

Çünku RTE bunu fırsat bilip hemen seccade ile miting yapınca, görunen o ki İYİ PARTİ'den en az %3-4, kararsız muhafazakar ve Saadet'ten %2-3 seçmen kaçtı Cumhur'a
.

Bunu anlamayıp başka analizler peşinde koşanlarda hiç mi bu halkı tanımıyorsunuz iç anadolu ve karadeniz halkını hiç mi tanmıyorsunuz.

Hiç mi analiz yapma yetiniz yok şu internet çağında. Biraz kafanızı kullanın artık.

Hadi bunları da geçtik; şu BABACAN'nı neden susturamadın 3-5 aylığına da olsa?

Neden "arkadaş kendine gel, ne Türklüğü tartışmaktan bahsediyorsun ne SİHA'lara dokunmaktan bahsediyorsun kapa çeneni 3-5 ay şu seçimi kazanalım, sonra istediğin gibi konuş" diyemedin mi?

Ya da İMAMOĞLU ve karısını "tamam İBB'yi aldın çok çalışkan cevvalsin ama sakin ol ve daha  az konuş, ilk donemlerine gore halka çok itici geliyormuşsun bu aralar" diyemedin mi?

Bunları diyemiyorsan neyi birleştirmekten bahsediyorsun?

Niye halkın gözüne Selo'yu HDP'yi sokuyorsun ısrarla?

Artı nedir bu yok sayma siyasetin? 

Hüseyin BAŞ'ı masaya almadın yok saydın, DAVUTOĞLU ve BABACAN'a söz geçiremedin...

Belli ki görüyordun Muharrem İNCE ve Ümit ÖZDAĞ'a da büyük bir ilgi vardı.

Birleştiriyorsun madem, neden onları da seçimden 3-5 ay önce bu liderleri ziyaret edip onları da ittifaka yaklaştırmıyorsun da, kaybettiğini gördüğün zaman koşa koşa "ucuz ırkçı" dediğin Ümit ÖZDAĞ'ın ayağına gidiyorsun.

Bu nasıl bir ucuzluk?

13 yılda CHP başında kalıp bu kadar sünepe ve aptal olmayı nasıl başarıyorsun hele bri anlat dinleyelim

KILIÇDAROĞLU #KararVer sen nesin?

 



28 Şubat 2023 Salı

Depreme Hazırlık İçin Devletin Mutlaka Yapması Gereken 2 Şey


1. Çözüm : Kırsala, Tersine Göçün Teşviki

En kolay çözüm, devletin kırsala göçü sağlayacağı şekilde, arsa ve tarlalara 1-2 katlı prefabrik ahsap ve konteynir imar hakkını prosedürsüz ve ücretsiz tanıması. Böylece 5-10 yıl içinde en az 5 milyon insan depremden korunmak için büyük şehirlerdeki zayıf yapılardan kaçıp ülkemizin binbir köşesinde arsa alıp konteynır ve prefabrik evler yaparak taşınırlar.

Bu 5 milyon kişi zaten belirli seviyede parası olup sakin bir yaşam kurup göçmek isteyerek kalan yaşımını doğada geçirmek isteyenler ve  bir kısmı zaten online çalışabilecek işleri olanlardır. Bir kısmı da gittikleri yerde tarım ve hayvancılık yapacaklardır ve böylece tarım ve hayvancılığında canlanması sağlanabilir.  Ülkemizin güneyi, iç anadolu, ege veya karadenizde bu şekilde bir yaşama elverişli iklim ve tarım alanları vardır....

2. Çözüm : %1 YABANCI SINIRI YASASI


Bir şehirde yabancı nüfusunun yerli nüfusa oranı 1/100 olmalıdır. Yabancıların ülkemizi terk etmesi ile böylece çürük binalardan sağlam konutlara geçişi sağlayacak konut bolluğu da sağlanabilir.  İstanbul'da sadece %10 civari 1.5 milyon yasal yerlesik yabancı var. Kaçak ve mültecilerle beraber bu sayı 5 milyon yanı yüzde 25'i yabanci Istanbul'un. Çünkü 20 milyon nufusu var Istanbul'un.

Ülkemiz topyekun sivil işgal altindadır; %20 civarı yabancí var şu an ulkemizde. Toplam 105 milyon civarinda olan nüfusun 20 milyona yakını yasal, kaçak ve mülteci yabancılardan oluşuyor. Bu kabul edilemez bir orandır; hem yerli insanlarımızın ucuz kira ve konut ihtiyaci hem iş imkanlari hem de dogal kaynaklarımızın tüketimi ve çevre tahribati ve kirliligi acısından bu yasa çok hayati bir öneme sahiptir ve derhal çıkarılmalıdır.

23 Şubat 2023 Perşembe

MİLİTARİST ELİTİST BEYAZ TÜRKLERİN YENİ İDEOLOĞU CELAL ŞENGÖR'MÜ?


Türkiye'de Celal Şengör'ü idol edinmiş çok fazla militarist elitist genç türedi son yıllarda! 

Bunlar bir gün ülkeyi ateist elitist militaristler olarak askerle beraber istedikleri gibi yönetecekleri hayaliyle yaşıyorlar. 

Bu genç militaristler, demokrasiye inanmıyorlar; ateistler, sadece bilim ve elitizmle(seçkincilikle/seçkinler sınıfıyla) topluma dikte etmeye ve dayatmayla yani jakobenizmle ülkenin yönetilmesi gerektiğine inanıyorlar.

Bu zırtapozlar sayıca sandığınızda çok fazlalar ve inanmış görünüyorlar!

Ülkemizdeki 20 yıllık AK Parti iktidarının bir çok açıdan ülke siyaseti için çok farklı anlamı var. Bunlardan birisi de ülkemizde egemen siyaset anlayışındaki yapılan değişikliklere sebep olması. 

Örneğin bundan 10 yıl öncesine kadar ülkemizde siyasetçiler kadar tanınan Genelkurmay Başkanları artık ismen tanınmıyor bile ve onun yerine artık Savunma Bakanı tanınıyor ve asıl olması gereken de bu. Hatırlarsnaız 5-10 yıl öncesine Savunma Bakanlığı sembolik bir bakanlıktı ve pek konuşmazdı. Çünkü MGK'da da baskın şekilde yer alan ve hatta çok uzun bir dönem bu toplantılarda siyasetçilere ev ödevi veren Genel Kurmay Başkanları konuşurdu askeri konularda.

Peki bu değişiklik toplamda ne anlama geliyor? 

Bunun kısaca anlamı, Türkiye'de egemen siyasetin artık topyekün değiştiği ve siyasi partiler ve ideolojiler kadar ülke siyasetinin en büyük ortaklarından biri olan ordunun yani militarizmin siyasette artık devre dışı kaldığını görüyoruz. 

Militarizm, bilmeyenler için askerin siyaseten ve yönetimde belirli şekillerde gücünün olması gerektiğini savunan ideoloji. Yani tam demokrasinin olmadığı bir düzen. Evet, ülkemiz 1960'tan aşağı yukarı 2010'a bu yana kadar militarizmin büyük bir baskısı altında oldu hatta kısmen veya dönem dönem tam esiri oldu.

2016 ABD-FETÖ darbe girişimine kadar bu süreç devam etti. Ve sonrasında tamamen bir sivil yönetimin yaşandığını görüyoruz. Yani ülkemizde yönetim 1960-2016 yani 56 yıl sonrasında asker siyasetin tamamen dışına itildi.

Bu elbetteki büyük bir kazanım demokrasimiz için ve büyük bir başarı; çünkü gene bizim gibi militarizmden çok çeken Yunanistan, Portekiz, Şili gibi ülkeler bu sorunu 40-50 yıldır halletmiş durumdalar.

Kısa bir militarizm ve Türkiye siyaseti özetinden sonra asıl konumuz ve konu başlığımıza gelirsek. Malum ülkemizde 20 yıllık tek parti iktidarı var ve son 4 yılı sana bir ittifak tarafından yönetiliyoruz. MHP ve BBP'ninde dahil olduğu 3'lü ittifak tarafından ülkemiz yönetiliyor ve karşısında muhalefet var.

Bu 20 yıllık yönetimin son 4-5 yılında başkanlık sistemine de geçildi ve son yıllarda yaşanan ekonomik krizle beraber var olan sorunlar daha da büyüdü ve muhalefet iktidar değişikliği talep ediyor ve normal takvime uygun olarak yakında seçime gidiliyor.

Bu süreçte bir çok yeni parti de var ve bu çok partili muhalefet düzeni içinde bir de 6'lı bir muhalefet var. Bu muhalefetten bağımsız olarak, eski militarist vesayeti bu mevcut sivil düzene tercih edip eski Türkiye'yi yani militarizm etkisi aslında olan düzeni savunan ve sosyal medyada örgütlenen veya bireysel olarak bu militarist ideolojileri uğrunda, sosyal medya üzerinden direkt veya dolaylı olarak 1960-2010 arası ülkemizdeki siyasetinde arka planda belirli bir gücü bulunan militarist sınıfı yeniden aktif siyasete farklı isimlerle veya geriye çekilmiş eski isimlerle sokmak isteyen kişiler var ve bir an önce ülke siyasetinde yer almak için bileniyorlar.

Deniz BAYKAL'ın olduğu CHP'den sonraki süreçte belirli bir siyasi önderleri yok diyebiliriz militaristlerin. Çünkü buna açık açık cesaret edebilecekleri bir siyasi ortam ve düzen de yok. 

Babası darbeci bir subay olan Ümit ÖZDAĞ dışında militarizme yakın olan pek siyasi bir lider veya figür yok gibi. CHP'de militarizmin zorlasak veya zanla düşünsek temsilcisi olabilecek en uygun profil en sert cumhuriyetçi hukukçulardan olan Ümit KOCASAKAL olabilirdi ama onu da ihraç ettiler partiden.

Medyadaki sözcüleri ise Merdan YANARDAŞ ve TELE 1, Merdan YANARDAĞ açık açık 1960 darbesini övüyor ve bir devirm olarak görüyor.

Hal böyle olunca iktidarca "Eski Türkiye" denilen biz halkın da tiksindiği ve asla siyasette görmek istemediği o veyaset düzenini özlemle arzulayan başıboş kişiler, siyasi temsilci olarak ortada kalmış durumdalar ve kendilerine siyasetten bulamadıkları lideri veya ideoloğu başka yerlerden çıkarmaya çalışıp bilim ve sanat dünyasından yeni militarist elitist jakoben beyaz türk idoller ve önderler arıyor gibi gözüküyorlar.

Bir kişi var ki bu kesimin sözcüsü olmuş durumda ve alttan altan bunları motive edip besliyor. 

Senin militarist elitist jakoben faşist ideolojin benim hayatımı etkiliyor!

Açıklamaları itibarıyle harekete en uygun davranan kişi ise şu aralar Celal ŞENGÖR.

Siz ne dersiniz? 

Ülkemizde inlerine çekilen militaristler Celal Şengör üzerinden varlıklarını sürdürüp doğru zamanı mı bekliyorlar?

 


 



13 Şubat 2023 Pazartesi

%1 Yasal Yabancı Sınırı Yasası Çıkarılsın!

İstanbul'da ki 3.5 milyon mülteci ve kaçağın dışında  + 1 milyon 250 bin yasal oturum izni olan yabancının ülkelerine gitmeleri ve böylece çürük binalardan sağlam konutlara geçişi sağlayacak bir konut bolluğunın oluşması gerekiyor.

Bu da şehirlerde en fazla "%1 Yasal Yabancı Sınırı Yasası" ile yapılabilir!
 

İstanbul bu mülteci ve kaçaklar bir yana bu kadar yasal yerleşik yabancı varken nasıl olacak kentsel olarak dönüşecek?

 
Ülkemizde yaklaşan marmara deprem riskinden en az zarar görmek için İstanbul'daki 3.5 milyon
kaçak ve mültecilerle beraber gene İstanbul'daki yasal çalışma ve oturum izni olan dünyanın 70 farklı milletinden 1 milyon 250 bin yasal oturum izni olan yabancının da bir şekilde bir an önce ülkelerine gitmelerini ummalı veya bunu yasalarla sağlamalıyız
 
Depreme dayanıklı yerleşimin dönüşmesi için, zayıf ve saglam konutlardan yabancıların boşaltılıp insanların kiralayarak veya satın alarak sağlam konutlara geçmesinin saglanması lazım. 
 
Peki mevcut zayıf konutlardan sağlam konutlara geçişte bu sağlam konutlar nasıl boşaltılabilir:
 
  • Önce 15 milyon kaçak ve mülteci ülkeden çıkarılsın. 
  • İstanbul'da ve tüm Türkiyede yasal göçmen sayısı %1'e düşürülsün.
  • Yabancıya konut satışı tamamen yasaklanıp durdurulsun.
  • Tersine göç için teşvikler verilsin.  

Böylece Marmaradaki ve tüm Türkiye'deki yabancı nüfusu azaltıp, konutlar boşaltılarak çürük binalardan sağlam binalara taşınma sağlansın ve sonrasında İstanbul'daki 30000 çürük bina yıkılsın!

Bu 15 milyon fazlalık gitmedikçe bu ülkede depreme dayanıklı dönüşüm yapılamaz.

Bir yasa ile bu iş çözülebilir!

 

%1 Yasal Yabancı Sınırı Yasası

Bir yasa ile bu çözülebilir. Tüm şehirlerde yani ülke genelinde yasal yabancı sayısı sınırlandırılabilir. Bu oran %1'yi geçmemelidir. Yani İstanbul veya tüm Türkiye de her şehir için %1 yabancı yerleşik yasal yabancı çalışma ve oturum izni olabilir diye bir yasa çıkarılabilir.

Yani 100 milyon nüfusumuz varsa yabancı oranı azami 1 milyon olmalıdır.

Bu şekilde, hızla şehirlerimiz 13-14 milyon fazlalık yabancıların gitmesi ile konutların boşlaması ve insanların sağlam konutlara geçmesi ve zayıf konutlarından yıkılması ile ancak ülkemizde bir kentsel dönüşüm devletin müdahalesi olmadan da başarılabilir.

Bunu yapmak için daha kaç yüzbin insanımızı 1 dakikalik depremlerde kaybetmemiz gerekiyorz?

YETER ULAN!  

Hoşgörü, yardımseverlik, din kardeşliği denerek bir ülke öz vatandaşlarına bu denli yaşanamaz hale getirilemez.


 


5 Şubat 2023 Pazar

Köpek Sorunu Neden Çözülemez! İşte Sebepleri


1. Ana muhalefetin lideri KILIÇDAROĞLU konu hakkında konuşmuyor. 

Ana muhalefet halk adına soruna sahip çıkıp, gene insan hayatını direkt tehdit eden diğer konularda örneğin uyuşturucu, mafya, terör konusunda olduğu gibi muhalefet etmiyor ve hatta o sorunlarda gösterdiği çabanın 10'da 1'i kadar bile iktidara baskı yapmıyor.

2. Argümanların radikalliği; "uyutun" denerek baştan sorun çıkmaza sokuldu.

Hata yapıldı, baştan radikal hayvanistlerin gücü ve konu hakkındaki hakimiyetinin ve nüfuzunun mevcut iktidardan ve muhalefetten de baskın olduğu kabul edildi ve bu radikal insanların milyonlarca olduğu varsayıldı,  oysa muhtemelen 10000 tane bile değiller toplam radikal hayvanist sayısı.  

Böylece ülkedeki bu 5-10000 radikal hayvanistin 100.000'e yakın aktif sokak hayvanı besleyen hayvanseveri ve besleme yapmayan 1 milyona yakın hayvanseveri de istedikleri gibi yönetir olduğu da kabul edildi ve bu büyük bir oy potansiyeli olarak görüldü iktidar ve muhalefet tarafından

Oysa bunlar halkın çoğunluğunun yanında çok az bir oy potansiyeli ve baştan muhalefet halkaın taleplerine sahip çıkmalı ve iktidara aynı anda baskı yapılıp, radikal hayvanistlerin muhatap alınmaması lazımdı, ama yapılmadı.

Bu yüzden burada suçun büyük kısmı ana muhalefet lideri KILIÇDAROĞLU ve Meral AKŞENER'de çünkü; çıkıp sorun çok büyük halk toplansın diyor ve gereğini yapın demeliydiler ama hayvansever oyları yüzünden korktular.

Sonuçta bazı kritik eşikler geçildi ve bu noktadan sonra "Uyutma" asla olamaz "toplamada" kısmen olabilir ve kesin bir çözüm mümkün görünmüyor çünkü muhalefette oy derdine.

Bu sorun geldiğimiz noktada aynı terör sorunu gibi oldu, aynı Hdp'nin kapatılması konusu ve Hdp'nin teröristlerle aralarına mesafe koymaması gibi bir durum var. 

Sonuç olarak, radikal hayvanistler bu güçlerini bildikleri için köpeklerle aralarına bir mesafe koymayacaklar ve biz milyonlarız bizi böyle radikal ve size hastalıklı gelen bu bakışımızla bzileri böyle kabul edeceksiniz diyorlar şuan.

3. Twitterdaki kişisel kavgalar yüzünden yeterince düzenli ve kavramsal argümanların üretilmemesi :

Başta "Barınaklar Ölüm Kampıdır" argümanı çürütülemedi.

Bu da normal çünkü zaman gerekiyor ben 1.5 yıl önce başladığım analizimde 1.5 yıl sonra :

BARINAKLAR ÖLÜM KAMPI İDDİASI 

Sokaklarda, ormanlarda açlıktan hastalıktan soğuktan ölen köpeklerin sayısının barınaklarda ihmallerden dolayı ölenlerden daha az olduğunu kim söyledi? Sürekli "barınaklar ölüm kampı" diyorlar.Dışarısı asıl daha büyük ölüm kampı!

 Neden hal böyleyken bu köpekler sokaklarda, çöplüklerde yollarda sürünsün kontrolsüz üreyip soğuktan, açlıktan, hastalıktan, kazalarla, zehirletilmeyle, silahlarla barınaklara göre kat be kat ölsünler ve neden bu arada insanlar köpekler tarafından öldürülsünler?

şeklinde bir anti tez yazdım ve bunu yaymaya çalışıyorum

4. Siyasiler ve uzmanlar tarafından genel kabul gören ilkesel ve kavramsal olarak bir bakış sunulmadı..  En başta "Köpek Nedir?" sorusu ve "İnsan hayatındaki yeri nedir"? sorusu cevaplanmadı.

Bu konuda ben aşağıdaki bakış açısını 5-6 ay önce geliştirip . 1.5 yıl önce yazdığım Sokak "Hayvanı Sokak Köpeği Neden Olmaz! İşte Sebepleri!" adlı yazıya ekledim

Köpek silahtır. 

Köpek silahtır; evet, evcilleştirilme sebebi de budur; insanı ve evcil besi hayvanlarını korumak için savunma aracı yani silah olarak kullanılmak için evcilleştirilmiştir. Bu yüzden köpek bulundurmak silah bulundurmakla eş sayılmalı ve bulundurulması ehliyete ve vergiye tabi olmalı, üremesi de sıkı kontrole ve izinlere tabi olmalıdır. 

Oysa bu şirin canlı, aynı zamanda bir insanın başkasına karşı istediğinde kullanmaktan imtina etmeyecegi ölümcül de olabilen bir silahtır; çünkü köpekler evcilleştirilmesine rağmen sahibi tarafından bir komutla veya başıboş bırakıldığında kendi kendine saldırgan olabilen, son derece yırtıcı ve vahşi canlılardır. Bu yüzden başıboş silah olamaz.

devamı : https://www.xseyler.com/2021/09/sokak-hayvani-sokak-kopegi-olmaz.html

5. Gelişmiş ülkelerin konuya bakışı ve uyguladıkları politkalar gerekçelendirilemedi ve çözümün ilkesel evrensel mantığı bulunup anlatılamadı

AB ülkelerinde sokak hayvanı veya özellikle sokak köpeğinin olmaması, ayrıca köpek sahiplenmenin özel şartla bağlanması da bu yüzdendir; çünkü köpeğin biri tarafından veya kendi başına bir silah gibi zarar verici ve ölümcül olma özelliği anlaşılmıştır.

devamı : https://www.xseyler.com/2021/09/sokak-hayvani-sokak-kopegi-olmaz.html

Konu hakkında tüm siyasilerin bakışını aşağıdaki videomuzda bulabilirsiniz.






28 Ocak 2023 Cumartesi

Yurtdışına Yerleşenler Her Yıl "Vatandaşlıkta Kalma Vergisi" Ödemelidirler


Bir ülke düşünün her hangi yerde Asya'da olabilir Amerika kıtasında da Ortadoğu da... 

Ülkede ciddi iç karışıklar sorunlar var veya ekonomik ve sosyal olarak büyük krizler var veya ülke savaşta.

Bu ülkede büyük çoğunluk ülkede kalarak bunlarla dürüstçe ve fedakarca savaşıyor ve bu süreci atlatıyorlar, ama bu süreçte bir kesim doğduğu büyüdüğü ise ülkeden kaçıyor ve başka ülkeye yerleşiyor ve bu sıkıntıları ülkede kalan gibi yaşayıp büyük bir fedakarlık yapmayıp ve bedel ödemiyorlar.

Sorun şu ki, bu süreçte ülkede kalmayıp daha huzurlu şartlarda güvende başka ülkede yaşayanlar ülke düzelince gelip tekrar ülkede yaşamaya ve vatandaşlıkta kalmaya devam edebiliyorlar.

Peki burada bir sıkıntı ve adaletsizlik yok mu?

Yurt dışına kaçmayıp ülkede kalanlar onca ağır bedelleri ödeyip ülke düzlüğe çıkarırken, bu  süreçte yurt dışına kaçıp sonra dönerek hazıra konmuş olmuyor mu?

Malum ülkemizde de büyük ekonomik ve siyasi sosyal  krizler var son 10 yıldır.

Bu süreçte de 5 milyona yakın insan ki, bunların arasında devletin ciddi harcamalar yaparak okuttuğu doktorlar da dahil hepsi yurt dışına gittiler.

Ve biz kalanlar ülkemizdeki bu krizleri yenmek, yeniden bir bütün ve huzur içinde yaşayan ülke olmak için büyük mücadeleler veriyoruz, hatta temel ihtiyaçlarımızı bile zor karşılıyor bırakın et yemeyi yumurta bile almakta zorlanıyoruz.

Peki yurt dışına gidip bu sıkıntının 10'da 1'ini çekmeyen insan nasıl yarın bizim düze çıkardığımız ülkede aynı haklara sahip olabilir?

Burada "ama onlarda istemeden gittiler" ve "onlarda yurt dışında sıkıntı çektiler" diyenler olacak ama bu dediğimiz türden bir çaba gerektirmiyor ülkede kalanlara göre.

Bu sebeple acil olarak bir çözüm üretilmeli bu konuda ve yurt dışına gidenler eğer 2 yılın üzerinde kalıp dönmüyorlarsa ve vatandaşlıkta kalmak istiyorlarsa bunun için bir vatandaşlıkta kalma bedeli ödemelidirler ve bu tutar dünya ölçeğinde bir biri üzerinde örneğin 1500-2000 dolar olmalıdır ve bunu her yıl ödemelidirler.

Yok öyle! Hem kaçıp hemde vatandaş kalamazsın ömür boyu. Tatile yabancı ülkenin vatandaşı yani turist olarak gelirsin o zaman!


27 Ocak 2023 Cuma

Memur Maaşı İle Asgari ücret Arasında Kat Kat Fark Olamaz


Son asgari ücret zammının %55 ve memur maaş zammının ise %30 olması ile ortalıkta memurlar tarafından başlatılan "asgari ücret nasıl olur da memur maaşına bu kadar yakın olur" şeklinde büyük bir haksızlık olduğu ve yanlış bir eşitlik olduğu iddiası var.

Bu tamamen yanlış ve yersiz bir iddiadır.

Memur Maaşı İle Asgari ücret Arasında Kat Kat Fark Olamaz!

Yukarıda resimde de göreceğiniz üzere asgari ücret ile memur maaşı arasında 2013'te en büyük fark varmış. Yani haftada 2 gün tatil yapan, tek farkı belkide asgari ücretliden bir kaç yıl fazla okumak olan memurlar asgari ücretli birinden kat ve kat hatta neredeyse 3 kat fazla maaş alıyorlarmış.

Son krizlerle beraber oran şu an 1.5 katı düzeyinde ve ideal olan budur.

Öyle ya, bizler değil miyiz halk olarak yıllardır ülkemizde; "memur olup devlete kapak atıp, ömür boyu iş garantisi ile hafta sadece 5 gün çalışıp ve ortalamaya göre kat be kat iyi maaş almak " denen, aslında tamamen para için her şeyi yapacak bir anlayışın devlete sızmasına sebep olunmasından, toplumda en uyanık insanların memur olmaya çalışıp, sonra memur olup yolsuzluğa sebep olduğundan ve böyle insanlarca devlet kurumlarının kişisel çıkar için yağmalanıp istismar edildiğini, sırf memur maaşının çok olmasından dolayı memurluğun çok talep gördüğünden, yani böylece ilke, ideal ve ahlak olmadan devlet memur olmanın, sırf bu maddi sebeplerle, sırf maaşının özel sektöre göre daha yüksek olmasından dolayı özendirilmesinden hepimiz şikayet etmiyor muyuz?

Ee o zaman bunun ortadan kalkması için çare nedir?

Herhalde asgari ücret ile memur maaşı arasında daha da uçurum yapmak değildir!

Öyle olursa memur Passat'a binecektir işçide 1990 model bir araba almak için yırtınacaktır 3 kat düşük  ücretle.. Bu mudur?

Bir memurun sanayide, markette, berberde, belediyede veya fabrikada çalışan işçiden zihinsel veya bedensel olarak kaç kat fazla çalıştığını iddia ediyorsunuz ki, asgari ücret ile memur maaşı arasında 2 veya 3 kat fark olsun. Böyle bir şey yok.

Yani memur 2 yıl fazla okudun diye kalifiye mi oluyor asgari ücretli ortaokul veya lise mezununa göre?

Biraz daha matematik fizik çözdün öğrendi diye 2-3 kat maaş almayı mı hak ediyor veznede oturduğun için hafta 5 gün?

Merak etmeyin markette kasiyer olan personel de memur kadar biliyor fizik ve matematiği, tornacı da çalışan Ahmet'te sanayi de Mehmet'te fabrikadaki Ayşe'de...

İdeal olan asgari ücret ile memur maaşının eşit olmasıdır, çünkü işçi tek gün memur 2 gün izin kullanıyor ve işçinin iş garantisi yok ama memur ömür boyu garantilemiş oluyor hayatını.



26 Ocak 2023 Perşembe

Oğuzhan Uğur'un Açık Oturumunu Bu Kadar Abartmak Çok Zararlı Oluyor


Gene aynı hatayı yapıyoruz, fitnecileri ve hainleri toplumda marjinalleştirmek yerine öne çıkarıyoruz. 

Sonra da HDP olmadan iktidar değişmez diye hayıflanıyoruz.

Böyle böyle hainlik ve bozgunculuk demokrasi adı altında giderek meşrulaştı ülkemizde. 

Dünyanın neresinde olursa olsun, ülkelerde terörizmle mücadelede bir şey esastır, o da terörü yenmek için terörizmin direkt ve dolaylı yanlılarını yok sayarak öne çıkarmayarak onları marjinalleştirmek yani teröre hizmet edecek her şeyi öne çıkarmamaktır.

Türkiye'de kendini akıllı, hoşgörülü veya demokrat sanan bazı zavallılar maalesef bunu yıllardır es geçiyorlar ve "demokrasi demokrasi" diyerek tüm terörizmden güç alan hainlere ve fitnecilere en geniş söz hakkını tanıyorlar. 

Onlarda nihayetinde "5 milyon alıyoruz bizi böyle suçlayamazsınız" diyorlar. Meksika da mafyanın büyük taraftarları var, askerle ve polisle çatışıyorlar ve muhtemelen parti kursalar %10 alır meclise girerler ya da Sedat Peker bugün parti kursa aynı şekilde Türkiye'de başında olmadan meclise partisini ve bir çok vekili sokar.. O zaman siz çok kalabalıksınız deyip eyvallah mı diyeceğiz "siz mafya değil misiniz " diyeceğiz.

Siz demokrasiyi çok yanlış anlamışsınız....

Maalesef geldiğimizde noktada hala bunu yapanlar var.

Terörist başı Öcalan'ı ilk sorgulayan albayın oğlu Oğuzhan Uğur'da buna dahil.  Bu tür tehlikeli konulara, ülkedeki bu cahil demokrasi bakışından dolayı iyi niyetle ve cahil ne yaptığını bilmeyen bir böyle fütursuzlukla dalıp "demokrasi demokrasi" diyerek pkklı teröristleri dolaylı şekilde savunanların reklamını yaptırabiliyor. 

Meslek Arsızı ve Çok İzlenme Delisi Oğuzhan Uğur

Amaç birazda belli, milyonlarca kez izlenmek; şehidin/ailesinin onurunu korumak değil asla. 

Bu cüretide muhtemelen babasının kariyerinden alıyor belki bilinmez ama, kendini önemli sanıyor çok açık  ve cesur ve demokrat olduğunu sanıyor. .

Oğuzhan Uğur'un wikipedia profiline bir bakın lütfen. Ünlü olmak için yapmadığı şey kalmamış. Şarkı mı söylememiş filmi oyunculuğu mu yapmamış.. Bu adamda her numara var. Tam bir meslek arsızı.

Aklınca şimdide kendine bir misyon edinmiş siyaset tartıştırıyor halka ve siyasetçilere ve aklınca diyalogla bir çözüm bulup bitirecek terörü.

Tüm şehitlerimizin aileleri ve kanları adına yazıklar olsun demekten başka bir şey demeye gerek yok aslında

Kendinize saygınız yok anladık, 19 yaşında hayatı yiten şehitlerimize saygınız olsun, 

15 Ocak 2023 Pazar

6'lı Masa'nın Aday Çıkarmaktan Daha Zor Bir Görevi Var!


"Kesin kazanacak bir aday çıkarmaktan daha zor ne görevi olabilir ki?" dediğinizi duyar gibiyim.

Şöyle bir giriş yapalım ve cevabı hemen verelim.

Malum 6'lı masa aday çıkarmadığı için epey tepki çekerken birde KILIÇDAROĞLU'nun 6'lı masadaki her partinin eşit olduğunu açıklaması daha büyük bir tepkiye sebep oldu.

Özellikle oy oranları az olan Deva ve Gelecek partileri bundan nasibini aldı ve hadsizlikle suçlanıyorlar.

Tartışmadan, Müzakere Etmeden, Sorun Çıkmadan Koalisyon ve Uzlaşı Kültürü İnşaa Edilmez!

Unuttuğumuz veya görmediğimiz esas şey, 6'lı masanın kazanmak dışında asıl yapması gereken en zor görevi; bir koalisyon kültürü oluşturmasıdır, daha doğrusu 6'lı masanın en zor görevi Türkiye'de hiç var olamayan "koalisyon kültürü"nü yani uzlaşı kültürünü inşaa etmesidir. Bu seçimi kazanmaktan daha zor bir görevdir.

Evet, 6'lı masa Türkiye'nin geçmişin olmayan olmadığı için bugün şu halde olduğumuz ve gelecek yıllarını yönetecek koalisyonların uzlaşı ve birlikte çözüm üretme kültürünü yani koalisyon kültürünü inşaa etmek zorunda ve bu anlamda bu muhalefetin iki temel zor görevi var; 1. aday çıkarmak ve kazanmak ve 2. koalisyon kültürünü oluşturmak ve bu koalisyon ile yönetmek. İkincisi olmadan birincisi olmaz olsa da başarılı olmaz.

Hal böyle olunca, 6'lı masada oluşan şimdiye kadar ki tüm sıkıntılar aslında çok doğal ve olması gereken şeyler. 

Öyle ya, bu 6 parti tek tek kazanamadığı için bir ittifak kurdu ve karşılarındaki iktidarda tek parti olarak var değil, hatta uzun zamandır bir koalisyonla yani ittifakla ülkeyi yönetiyor. Bu iktidar koalisyonu da 4 partiden oluşuyor. MHP+BBP ve Vatan Partisi ve AK Parti.

6'lı Masa İçin İlk ve En Önemli Görev: Uzlaşı / Koalisyon Kültürünü İnşaa Etmek!

İki koalisyonun birbirinden farkı, iktidar koalisyon zamanında üst üste tek başına kazanan büyük parti ile kazanan partinin yanında geçen küçük partilerden oluşuyor.

Muhalefeti oluşturan partiler ise son 20 yılda ve hatta öncesinde hiç iktidar olmadılar koalisyon veya tek parti olarak. 

73 yıllık çok partili demokrasi tarihimizde zaten Türkiye'de muhalefetteyken veya seçim sonrasında uzlaşarak koalisyon yapıp iktidara gelen ve ülkeyi başarılı şekilde yöneten bir koalisyon örneği yok.

Bu anlamda bu olursa bir ilk olacak ve olması içinde, öncelikle ülkemizde tüm batıda olup bizde olmayan koalisyon ve uzlaşı kültürünün inşaa edilmesi gerekiyor ve şu ana kadar olup biten her şey de budur.

Siyasi Kibir Hastalığının Tedavisi için Bu Tür Ödünler ve Tavizler Gerek!

Sonuç olarak, eğer tıpkı iktidarın şu an işleyen, ama başarılı olamayan koalisyonundan farklı olarak hem koalisyon/uzlaşı kültürü olan hemde başarılı olacak bir koalisyonu eğer bu muhalefet partileri inşaa edemezse hangi adayı çıkardıkları ve kazanıp kazanmadığı uzun vadede önemli değildir; çünkü uzlaşı kültürü olmayan ve başarılı olmayan bir yeni koalisyon ülkeyi talep edilen ve beklenilen şekilde yönetemez ve kısa süre de dağılır ve iktidar cephesine büyük koz verilir.

Bu sebeple, ülkemizde öncelikle ve birinci iş olarak, var olmayan koalisyon yani uzlaşı kültürünü inşaa etmek gerekiyor ve bunun için de kimin ne oy oranı olduğuna bakılmadan bir iktidar paylaşımı yapılmasında bir sakınca yoktur.

Aksine bunun sanıldığından büyük faydaları var ve zaten bu Türkiye siyasetinin en büyük hastalığı olan ; "ben güçlüyüm, ben istediğim gibi yönetirim küçük ve zayıf olanlar da buna uyar veya benim oy oranım zaten %20-30 civarında kimseyle bir ittifak kurmak zorunda değilim acelem de yok, her hangi bir koalisyonda uzlaşarak ödün vererek de yer almam, kim kimle ittifak kurarsa kursun eninde sonunda zaten seçime gider ve bu işin sonunda bende oyu mu daha arttırım" şeklinde tezahür eden, ülkemizi son 50 yıldır özellikle mahveden bu siyasi kibir hastalığının ve bu hastalığın kaynağı olan siyasi liderler ve partiler düzeyinde gecikmiş bir tedavisi olmuş olur. 

Unutmuş veya bilmiyor olanlar için, koalisyon yaparak ülkeye hizmet etmek istemeyen bu siyasi kibir ve sorumsuzluk hastalığı özellikle 90'larda Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz arasında en yüksek seviye de yaşanmış ve koskoca 10 yılımız heba edilmiştir ve bugünlere gelmemizin en büyük sebebide bu olmayan koalisyon/uzlaşı kültürü ve siyasi kibir hastalığıdır.



13 Ocak 2023 Cuma

Kaygı Bozukluğu'nun Kişisel ve Ailesel Sebepleri, Sonuçları ve Çözümü


Herkesin ortak derdi son zamanlarda kaygı bozukluğu(yaygın anksiyete bozukluğu) ve çözümü nedir diye herkes soruyor, insanlar adeta kendi içinde çırpınıyor veya etrafına şikayet ediyorlar.

Çözümü karmaşıklaştırmadan size kendi üzerimde nasıl çözdüğümü anlatabilirim.

Temelde İki Sebebi bar kaygı bozukluğunun: kişisel sebepler ve ailesel faktörler

Kişisel Sebepler

Öncelikle, aşırı kaygı yaşanılan ve içinde bulunulan şeylere karşı yapılan gereksiz ve aşırı kişisel yorumdan gelir. Çünkü biz biliyoruz ki, eğer bu kişisel yorum yoksa kaygıda kayboluyor ve hatta bir noktada giderek gamsızlık başlıyor. 

Yani siz yaşadığınız bir sıkıntı ve hayati aciliyet arz eden bir şey, hastalık veya herhangi bir zayıflığınızı, sizi sıkıntıya sokacak şeyi aşırı şekilde yorumlarsanız bu endişe sizi giderek kaygıyı kontrol edemeyecek veya gündelik hayatınızı zorlaştıracak noktalara kadar sürükleyebilir. 

Bunun için temel bakış ve çıkış noktası hep aynıdır, "değiştiremeyeceğin şeyler için kaygılanmamak". 

Peki değiştirebileceğimiz şeyler için yaşadığımız kaygılarımız konusunda ne yapabilirsiniz.

Çelişkili veya kafa karıştırıcı olacak ama kaygı en çok gamsızlıktan gelir ve kaygıyı yenmek için gamsızlığı yenmek gerekir.

Yani çoğu kişi bunu inkar edecektir, ama kaygı bozukluğu dediğimiz şey, aslında yavaş yavaş büyüyen aşırı kaygısızlaşmanın daha doğrusu oyalanma ve boş vermişliğiniz yani gamsızlığımızın sonucunda oluşur.

Çünkü oyalanan ve boş veren daha doğrusu doğru çaba ile gelişemeyen insanlar giderek hayatındaki düzeni ve ilerlemeyi yok ederek gamsızlaşan bir insan olarak normal insan kaygı dengesini kaybeder ve kaygı bozukluğu oluşur. Ve bu gamsızlık içinde ara ara ama şiddetli veya sürekli yaşayacağı olumsuz şeylerden korkan bir insan haline gelir.

Ailesel Faktörler

Tabii tüm kaygılar kişisel kaynaklı değildir aile kaynaklı yani çevresel kaygılarda çok fazla bizim kaygı dengemizi bozar.

Sürekli kavga olan narsistik mücadalelerin olduğu veya maddi kaygıların çok fazla olduğu ve bunun önüne manevi değerlerin, dayanışmanın ve paylaşmanın olmadığı ailelerde kaygı bozukluğu tavan yapmıştır çünkü ailedeki bireylerin hepsi kendilerini yalnız hisseder ve kavga ve rekabetler ve kıskançlıklar, empatisizlik insanın hayatında olan normal kaygı durumunu bozar ve travmatik ve kontrol edilemez bir kişisel çaba ve kaosa iter.

Öncelikle bunu çözmenin yolu ailede hangi bireylerin narsist, bipolar, histeri, borderline vb  kişilik bozukluklarına sahip olduğunu bulmak gerekir.

Eğer ailede bu tür aksiyona yani kavga çatışmaya rekabet ve kıskançlığa meyilli kişilik bozukluğu hastalıklarına kimlerin sahip olduğu bilinmeden ve tedaviye başlanmadan aynı ortamda yaşanılıyor ise, o ailede kaygı kontrol edilemez ve bu hasta bireylerin kendileri veya onların etkisi altında bulunan kişiler kaygı bozukluğu en yüksek perdeden yaşar ve giderek savunma biçimi olarak saldırganlaşır ve doğru teşhisler konmadan tedavi yürütülüyorsa depresyon olarak etiketlenir ve yalancı sahte bir aile ortamında hayat bu şekilde sürdürülür.

Kaygı Bozukluğunuzu Tedavi Etmenin Çözümü Nedir?

Çözüm, kaygıya neden olan şeyleri fazla yorumlamamaktan başlıyor. Modern insanlar olarak en büyük hastalığımız maalesef olaylar, konular ve durumlar üzerine üzerine sürekli yorum üretmemiz ve zihnimizi buna zorlamamız ve sonuç olarak kendimizi veya bir başkasını yargılayarak bir final arama isteğimiz var.

İç seslerimizle sürekli şunu yapmadım şöyle kötü olacak, şöyle oldu böyle kötü olacak, öyle olursa o zaman ne yaparım? O bunu yaparsa şu şöyle olursa böyle olursa.... diye diye konuşuyoruz.

Bu yorum üretme zamanla olumlu değil, olumsuz yönde telkinler halinde işleyen hale geliyor ve yorum olarak temelde kaygı üretmeye başlıyoruz.

Üretilen kaygıların çoğusu da abartı sanrılar oluyor veya bizim kendi sınırılarımızı ve aslında kişiliğimiz ve ilkelerimizi de aşan boyutlarda yargılar içeriyor.

Oysa kaygıya sebep olan konularda nötr kalmayı başarırsak ve durduk yere sürekli yorum yapmazsak bu zamanla bizim kaygılandığımız o alanlarda normal akışta gerekeni yapmaya yönelten bir enerjiye dönüşecektir ve işlerin kendi kendine de yola girdiğini göreceğizdir. 

Ben son bir kaç yıldır bunu yapıyorum, kendimi yargılama ve hata arama ve anksiyete krizi denen aşırı kaygı dene şey geldiğinde, kendime "tamam kes yorum üretme, yorum üretsen de sonuç değişmeyecek zaten şu an yapabileceğin şeyler yok denecek kadar az, bırak herşey akışında davm etsin bunu yaparsan daha kötü olacak her şey" diyerek kendimi susturuyorum.

Bu, zihnin kontrolünü el almak olduğu için zamanla hayat akışınızın bizi rahatsız eden o kriz türünde şeyden bağımsız aslında kaygısız da ilerlediğini görüyor ve dönüp kendinize ve olaylara baktığınızda kaygıdan çok daha çok ürettiğiniz ve yaptığınız ve yapmanız gereken şeyleri görüyorsunuz.

Birde şunu zamanla öğreniyorsunuz ki, kaygı krizi yaşadığınız o anlarda düşündüğünüz kötü senaryoların çoğusunun gerçek dışı veya olası olmadığını anlıyorsunuz.

Bir diğer çözüm de yaşadığınız gerçeklerle kendinizi uyumlamanız, yani eğer Türkiye'de yaşıyorsanız örneğin sizi kaygılandıran şeylerin herkesin ortak kaygıları olduğunu da anlamanız gerekiyor ve buna göre isyan eden veya çok sert şekilde yaşadığınız konuları eleştiren biri olmaktan çıkıyorsunuz.

Sonuç olarak, kaygı bozukluğu başta da bahsettiğim gibi kişisel yorum ve aile gibi çevresel kaynaklıdır ve yorum yapma ve çevreyi yargılama ve kendini haklı çıkarak yargı çıkarma alışkanlığımızdan vazgeçtikçe ortadan kalmaya başlayan bir sorundur.

Kaygı bozukluğunun en kötü sonuçlarından birisi de öfke sorunudur. Öfke sorunu ise etrafınızaki insanlarla ilişkilerinizi bozacak bir şeydir bu yüzden öfkenizi de bu süreçte kontrol etmeye ve sizi kışkırtacak davranışlara karşı sakin olmaya başarmalısınız.

Öfke sorunu ise kınamaktan ve eleştirmekten gelir. Kimseyi kınayacak değerde görmeyerek öfke sorununuzun da çözümünde bir aşama kaydedebilirsiniz.

Konun Video Anlatımı : 



12 Ocak 2023 Perşembe

Seçme Yaşı Neden 15 Olmalı? Sebepleri Sizi Şaşırtıp Şok Edecek!


Ümit Özdağ'ın, "seçme yaşı 12 olsa" ve Muharrem İnce'nin "seçme yaşı 15 olsa tek başına iktidar oluruz"  sözlerini komik ve saçma bulanlar oldu.

Oysa önümüzdeki genel seçimden bağımsız olarak bu konuyu düşünüp aklımıza getirmemiz gereken başka mühim sorular var.

Bunların en başında neden seçme yaşı 18 olarak kabul edilmiş ve bu ne kadar doğru?

18 yaş bilindiği üzere reşit olma yaşı.

"Reşit olma, genç bir insanın çocukluktan yetişkinliğe geçişidir. "

18 yaşında ruhen ve bedenen zihnen gelişiminizi kısmen tamamlayıp hayatınızın kontrolünü kendi elinize alabilecek yaşta bir yetişkin oluyorsunuz, yani bireysel kararlarınızı tek başına bağımsız olarakta alabilecek bir akli yaşa geldiğiniz yaş  bilimsel olarak 18 yaş şeklinde ortaya konmuş.

Başta aileden bağımsız yaşama, evlilik ve iş gibi bir çok konuda ve tamamıyle kendi hayat kontrolünüzün kendinize geçtiği yaş 18.

Peki öncesinde bireysel hayatınızın kontrolü kimdeydi? Tabii ki ebevenlerinizdeydi.

Bireysel hayatımızın tercihleri 18 yaşına kadar ailemizde, peki toplumsal hayatımızın tercihleri neden gene 18 yaşına kadar ailede. Veya neden 18 yaşından önce toplumsal hayatımıza dair kararlara dahil ve müdahil olamıyoruz?

Malum ve kanunen 18 yaşa kadar sizin hayatınıza dair neredeyse tüm önemli kararları onlar alıyorlar ve işin tuhaf yanı sadece kendileri müdahil olmuyor aynı zamanda sizin hayatınıza toplum içinde karışacak yasaları ve politikaları de belirleyen insanları da sizin adınıza ülkeyi kimin yöneteceğini de ebevenyler belirliyor.

Peki bu ne kadar doğru?

Yani neden ben tam 18 yaşına geldiğimde ailemden ayrılıp bağımsız yaşama, evlilik, iş seçimi çalışma dahil her türlü kararları kendim alırken, neden aynı zamanda benim hayatımı toplumsal olarakta yöneten siyasetçileri de seçme yaşına da aynı yaşta sahip olabiliyorum? Neden daha önce değil?

Düşünebiliyor musunuz, bir insanın hayatında en önemli kararlardan olan; evlenme, aileden ayrılma, meslek seçimi, iş yaşamına atılma gibi son derece hayati şeylere karar verme yaşıyla, son derece tartışmalı bir alanda, siyasette bir siyasetçiyi seçme hakkını elde etme yaşı aynı; 18...

Yani bu önemli kararları verme yaşına geldiğiniz yaşta bir faşist veya hırsız siyasetçiyi oylama yaşınız aynı... Her şey birden geliyor üstünüze yani.

Peki, neden ben ailemden bağımsızlığımı elde yaşıma ulaşmadan önce beni o yaşa geldiğimde yönetecek siyasetçileri neden 3-5 sene önceden seçmeye başlayamıyorum?

Yani bu şey gibi, denize gideceksiniz ama mayoyu orada alacaksınız gibi saçma sapan bir şart gibi...

Neden mayomu daha önce alamıyorum?

Amaç ne burada siyasetçileri veya ülkeyi ergenlik çağlarımda benden korumaya mı çalıyorlar?

Yani ben eğer 15 yaşında veya 13 yaşında oy kullanırsam ülkeyi tehlikeye atacak kişileri seçerim diye mi benden korkuyorlar?

Neden mesela ben 18 yaşında artık aileme daha fazla yük olmaya başlayacağım bir dönemden önce kendi kişisel ve toplumsal tedbilerimi de alacak şekilde ve dışarıdaki hayata adapte olmaya başlamak adına da beni yönetecek siyasileri 15 yaşından itibaren seçmeye başlayamıyorum?

Öyle ya, gene aynı 18 yaş konusundaki gibi bilimsel olarak çocuklar 12 yaşından itibaren inanç ve siyaset gibi soyut şeyleri kavrama ve anlama yani yorumlama  yaşına geçiyorlar.

Peki neden tam 6 yıl sürüyor benim hayatıma dair kararlar veren insanları seçme hakkım?

Neden 15 yaşına geldiğimde, siyaset gibi son derece ortada yaşanan ve deneysel yani deneme yanılma ile öğrenilen ve yaptığınız seçimlerden(kullandığınız oylardan) kanunen sorumlu tutulmadığınız son derece serbest sosyal bir faaliyette oy kullanıp bir tercih ve fikir sahibi olamıyor ve 3 yıl daha fazladan dışarıdan sadece gözlemci olup ama oy kullanamıyorum?

Gördüğünüz gibi 18 yaş seçme hakkı tamamen saçma ve bilim dışı bir şey ve evlenme veya tek başına yaşama gibi önemli bir kararlara görece daha az önemli olan seçme hakkının ikisinin de 18 yaş sınırında olması tamamen bir saçmalık ve bunak siyasetçilerin kendilerini daha zeki ve otorite sandığı bir şey.





9 Ocak 2023 Pazartesi

Bilmeyen ve Anlamak İstemeyenler İçin "Ne Mutlu Türküm Diyene"nin Açılımı


Atatürk
’ün meşhur bu sözünde demek istediği öyle bir ince mana var ki; bunu herkes elbette kavrayamaz.

Atatürk, o meşhur sözünde aslında diyor ki; 
"Ey bu ülkeyi her şeyini feda ederek kuran insanlar!
 Ne mutlu size ki; sizler bu devleti savaşarak kuran insanlar içinde şu an burada yer alıyorsunuz.
Sizler bu sebeple öyle mutlu olmalısınız ki;  çünkü verdiğimiz çetin savaşlarda büyük birlik ve beraberlikle  tüm kalbinizle ve büyük bir imanla savaştınız ve Türkiye devletini kuran kurucu vatandaşlarımız oldunuz ve bu şekilde büyük Türk milleti içinde yer aldınız. 

İşte sizler bu yüzden kendinize "Ne Mutlu Türküm Diyene!"  diyerek çok mutlu ve gururlu olmalısınız. 

Gelecek nesiller de torunlarınız da sizin gibi "Ne Mutlu Türküm Diyene" diyecek kadar gururda olarak siz atalarının var olduğunu bilecek ve buna layık nesiller olacaklardır ve bu gururu da en başta size bir vefa ve saygı göstergesi olarak her zaman "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözüyle ifade edeceklerdir.

Bu şanlı ve bağımsız millet olma gururunu da içeriden ve dışarıdan bölmeye çalışanların yorumlarını dinlemeden yine bu sözle yaşayacaklardır" 

Özetle manası budur bu sözün, her akıl sahibi insan olan insanın, şu zamanın siyasi kavgaları ile değil, atalarının geçmişteki mücadelesi ve özverisi ile anlayacağı...

Zeka geriliği olanların, hainlerin ve kötü niyetlilerin ise anlayamayacağı....

Kaldı ki, bu söz bir emperyal güç olmak için etrafına saldırırken değil, bir imparatorluğun çöküşünden sonra kalan son toprakları kurtarıldıktan sonra söylenmiştir.

Bu anlamda bu söz nasıl ırkçılık olabilir?

25 Aralık 2022 Pazar

Bay Kemal'in Vurdumduymazlığının Sebebi Nedir?


Son 8 ayda 30 vatandaşımız köpek saldırılarında ve köpek saldırısı kaynaklı kazalarla öldü ve ülkemizin 12 yıldır ana muhalefet lideri olan siyasetçisi KILIÇDAROĞLU uyuşturucu konusunda ki hassasiyetinin milyonda birini bu soruna göstermiyor. Bu sünepelik değildir de nedir?

En ilginç kısımı ise, bu konuda sosyal medyada epey kafa yoran ve çalışan insanlar da bir eleştiri yapıp ana muhalefet liderini sorumlu ve duyarlı olmaya bile davet etmiyor.

Kılıçdaroğlu Neden Sokak Köpekleri Hakkında Bir Şey Söylemiyor?

Buyurun kanıtı Google'a "Sokak köpeği saldırı Kılıçdaroğlu" yazdığınızda hiç bir tane sonuç çıkmıyor.


Sonuç olarak, 20 yıllık iktidarın hangi sebeplerle, başta hayvanistlerin oyu ve devlete maliyeti yüzünden bu sorunu yeterince aciliyetle çözmek istemediği açık, peki henüz iktidar olmayan ve her konuda ne varoşta yaşayan halkı ve halkın hayatını hararetle savunan KILIÇDAROĞLU neden bu konuda hiç konuşmuyor.

Burdan çağrı yapıyoruz kendisine; 

"Ey Bay Kemal" bu sünepeliğinizin ve vurdumduymazlığınızın sebebi nedir?

Toplasak en fazla 10000  tane fanatik havyanperestin oyunun hesabını mı yapıyorsun yoksa artık tamamen bunadın da bu konuyu ciddiye alacak kadar bilişsel yeteneğin mi kısıtlandı..

Yani hem uyuşturucu hemde köpek sorununu aynı anda beynin işleyemiyor mu?




8 Aralık 2022 Perşembe

Tarikatlar ve Cemaatlar Kapatılsın Diyenlerin Tuhaf İki Yüzlülüğü ve Göremedikleri Esas Gerçekler




Ülkemizde şu an muhalefette olan ve kendilerine muhafazakar iktidarın sürekli din ideolojileri eksenli zorba ve kısıtlı bir düzen dayattığını ve muhafazakarların faşist ve yasakçı olduğunu söyleyen büyük bir kesim var. 

Bu kesimin bir kısmında yıllardır  "tarikat" ve "cemaat" kelimelerini duyunca tamamen öfke kontrolünü kaybeden ve dindarlara karşı tüm demokratik değerleri ve insan haklarını hiçe sayarak karşı çıkan topyeküncü bir anlayış var.

Buna elbette tarikatlar ve cemaatlerde oluşan çeşitli adi suçlar, din istismarları ve çoğunlukla "siyasal islamcı" da denen kesimin büyük bir Atatürk, cumhuriyet ve laiklik düşmanlığı da sebep oluyor ve dolayısıyla da bu muhafazakarlara karşı topyeküncü yasakçı ve çözüm olarakta onları tamamen siyasetin ve toplumun dışına atmaya yönelik baskıcı laik argümanlar üretiliyor ve muhafazaklara ait dernek vakıf altındaki dini örgütlenmeleri tamamen dağıtılması ve yasaklaması tek çözüm olarak sunuluyor. Bu yasakçı katı laik anlayış ise maalesef yeni değil çok köklü bir geçmişe sahip..

Aslında kendisi de sağlam yasakçı ve baskıcı olan seküler kesimin  anlayışına göre, çözüm kesinlikle bu tür sivil dini örgütlenmelerin tamamen yasak olması. 

Oysa "Tarikatlar cemaatler kapatılsın!" demek, aslında bu seküler kesimin topluma baktıkları tek tipçi demokratik olmayan anlayışı da ele veriyor.

Bu bir anlamda bizim anlayışımıza ters tüm sivil örgütlenmeler kapatılsın, yeri geldiğinde siyasi partiler de kapatılısına kadar gider ve bunu her ideoloji ülkede karşı tarafa ve tüm ideolojilere uygulamayı savunur ki ülkemizde olan şeyde budur. Çünkü temelde her ideolojik grup bir tür cemaat/tarikattır ve ve her topluluk ve grup bir şekilde ideolojiktir. 

Sadece dini inanç eksenli örgütlenmeleri biz ideolojik olarak tarikat/cemaat ismiyle fişlesek de aslında her STK ya da yasal bir çatısı olmaya her topluluk bir tür tarikat ve cemaattir. Satanistler de bir cemaattir LGBT+ ler de... Kanarya kuşu sevenler kulübü de veya bir spor kulübü de... Hangi motivasyonla neyi temsil edip; devlete ve topluma nasıl baktıkları değişir sadece.

Tarikat ve Cemaatlerin Bu Vahim Halinin Sebebi Faşistleşen Laik Devletçilik mi?

Sonuçta dini örgütlenmeler yasaklansa da kapatılsa da, 100 yıla yakın zamandır dini alanında ve anlayışında mevcut "faşistleşen lalik/seküler baskı ve dayatmalar" yüzünden doğal bir gelişim olmadığı için, o adamın 1500 yıl önceki kız çocuğunu diri diri gömecek anlayışa sahip olmasına da şaşırmak lazım ve o baba 6 yaşındaki kızının yakacak bir anlayışa bir şekilde hapsolacak ve tarikatler yasak olsa da başka şekilde o kızının hayatını yakacak bir yol bulacaktır. Çünkü o baba kendi alanında, din alanında çağa ve insani değerlere göre bir gelişim ve değişimi olmayan tamamen politikleşen bir yapının ürünü veya bir anlamda piyonu olmuş durumda..

Çünkü o babanın kendisini inancı üzerinden örgütlemek ve aidiyet ve güven hissetmek istediği her dini organizasyon, on yıllarca çeşitli genellemelerle kendilerine baskı yapan zülm eden seküler/laik yapıya karşı ailesini de feda edecek şekilde  politikleşmiş bir radikal ideolojiye sahip ve bu geçen süreçte dini anlayışı hiç gelişememiş ve 100 değil hatta 1000'lerce yıl tersine giderek bozulmuştur. Çünkü o babayı koruyan dini cemaat ve tarikat kendisini dine ve topluma ve zamana uydurmak yerine kendisini yok etmeye çalışan "seküler/laik" güçlere karşı hamleler geliştirmekle meşgul olmuştur.

Bu yüzden bu suçların yasaklamalarla çözüleceğini düşünenler aslında demokrat ve özgürlükçü olmayan başka tür bir "faşist" ve hatta başka bir tür laik "yobazdır"!

Muhafazakar Demokratlık İdeolojisini Bile Kabul Etmeyen Cumhuriyetçi Laik Kurucu Bir İdeoloji Hiç Bir Ülkede Dindarların Radikal ve Gerici Örgütlenmesini Durduramaz ve Engelleyemez!


Ülkemizde yıllarca sloganlaşan "dini siyasete alet etmeyin" denen şey, hiç bir şekilde muhafazakar bir ideolojinin olamayacağını da iddia ediyor aslında. En büyük hata da burada yapılıyor.

Oysa dünyada hristiyan demokratlar vb partiler var gelişmiş demokrasilerde.

Başta cumhuriyetçilerimizin bu tür muhafazakar bir ideolojinin varlığı kabul etmesi ve ülkemizde muhafazakar demokrat ideolojinin olabilmesine izin vermeli ve bu ideolojiye saygı duymalıdır. 

Öncelikle bizler bu muhafazakar ve radikal insanların kendi alanlarına dönmeleri ve düşünmelerini ve dindarlık olarak gelişmelerini ve topluma, insanlara ve ailelerine karşı demokratikleşmelerini sağlayacak özgürlükçü bir düzeni savunmalıyız. 

Bu yüzden bugün bu vahim olaylar karşısında asıl düşünmemiz gereken şey, aslında bu olan vahim şeylere sebep olanın da aslında geçmişte tarikat ve cemaatlere uygulanan yasakların ve baskıların sebep olmuş olabileceğidir. 

Tarikat ve Cemaatler Ancak Özgürlükler İçinde Gelişen Demokrat Muhafazakar Partileri Takip Ederek Gelişir  Böylece Demokrasi ve Laikliği Benimser ve Saygı Duyarlar. 


#TarikatveCemaatlerKapatılsın demek bu yüzden en tehlikeli ve yok edici radikalleşmenin yolunu savunmak demektir. Yıllarca bu yöntem benimsendiği için gelinen noktada  6-10 yaşındaki çocukların hayatı karartılmıştır.

Çünkü siz eğer dini örgütlenmeleri ve dini faaliyet amaçlı yapıları, bu bir eğitimde kursta olabilir vakıfta eğer siz bunları yasaklarsanız, bu insanlar bu sefer sizinle merdiven altı yapılarla(yurtlarla vb) ve sizinle aynı alanda, politik arenada radikal muhafazakar siyasi partilerle işbirliği yaparak savaşmayı yani aşırı politik olmayı ve politikacılarla hareket etmeyi seçeceklerdir. 

Yani siz muhafazakar ideolojiyi kabul etmeyip, üstüne birde tarikat ve cemaati yasaklayınca o insanlar dinleri yani kendi örgütlenme yapıları ve  insan ve toplum ilişkileri üzerinde gelişmek yerine,  kendilerine yaşam ve özgürlük alanı açmak için muhafazakar siyasi partileri takip ederek politikada radikalleşerek gelişiyorlar ve takip ettikleri muhafazakar partilerin ölçüsünde veya çok gerisinde gerisinde bir demokrasi yani toplumsal yaşam, adalet, bireysel özgürlük ve yaşam bilinçleri oluyor.

Sonuç olarak  yasaklar bir çözüm değildir, çözüm bu tarikatlere ve cemaatlere gidenlere ülkedeki demokrasi ve laiklik kurallarının benimsetilemesidir. 

Bu başta muhafazakar ideolojiye saygı duymakla başlar ve çeşitli yasalarla  tarikatlaşan/cemaatleşen dini vakıflara demokrasi ve laiklik açısından çeşitli denetlenme şartı getirilebilir ve bu vakıfları açan ve yönetenlere demokrasi ve laiklik eğitimleri bir zorunluluk olarak verilebilir.

İndirim Marketleri( 3 Harfli Marketler) Yüksek Enflasyonu İstismar Ediyor mu?


Marketler ve enflasyon konusu  son bir kaç yıldır gündemden hiç düşmüyor.

En son durum market zincirlerinden biri ile iktidar ittifakı partileri arasındaki ciddi bir gerilime, kavgaya yol açtı ve hatta iş şiddet olaylarına ve çok adi tehditlere kadar vardı.

Peki temel sorun ne gerçekte?

Bu marketleri gerçekten Fetö'mü yönetiyor iktidarı zor durumda bırakmak için yoksa başka sebepler mi var market fiyatlarındaki bu önlenemeyen yükselişte.

Bunları sorgulamak ve tartışmak kavga etmekten ve tehditler etmekten daha mantıklı çünkü kavga eden tarafların bir geçim derdi yok. Sorunu olan halk.

Öncelikle bu marketlerin ekonomi ve hayatımızdaki yeri ve önemi ne ona bakmak lazım
Öncelikle bazı şeylerin adını doğru koymak ve bilmek lazım. 

Yani varsa cehaletimizi gidermeli ekonomiye doğru kavramlarla yaklaşmalıyız.

Komuoyunda özellikle gene cahil halk, siyasetçiler ve onu takip eden ekonomistler tarafından sürekli "3 harfli  marketler" diye takma isimle işaret edilenve doğru konumlandırılmayan  marketlerin sektörde başka bir ismi ve hatta misyonu ve vizyonu var.

"Discount Market" yani İndirim Marketi veya İndirim Marketleri.

Doğru söylenmesi gereken isimleri bu.

Yani bu "3 harfli marketler" denen marketler Migros, Carrefour ile aynı kategoride değiller.
Eğer Google'a İndirim Marketi yazarsanız İndirim Marketi nedir diye bakıp tanımlarını da okuyabilirsiniz.

Gelin birlikte arayıp okuyalım...

Gördüğünüz gibi sokak ağzı ile "3 Harfli Makretler" diye konuştuğumuz marketler, zaten özünde düşük gelirli sınıfın yani halkın lehine çalışan firmalar ve genel olarak kar marjlarının %5-10 arasında olduğu söyleniyor. Zaten bunu sağlamak içinde raf ve bir çok market dizaynında diğer marketlere göre cimri davrandıklarını biliyoruz. Her ne kadar son 1-2 yılda bu değişse de düne kadar bu marketler en düşük maliyetli market dekorasyonunu tercihe ediyorlardı.

Peki o zaman sosyal medyada örneklerini gördüğümüz gibi mesel tuvalet kağınıın 50 tl den 90 tl ye çıkması gibi şyeleri nasıl açıklayabiliriz ve bu indirim marketlerindeki bu tür ani fahiş fiyat artışlarının sebebi veye sebepleri nelerdir?

Baştan ifade edelim burada amacımız bu marketleri aklamakta değil elbette ama bazı fikirleri öne sürmekte fayda var.

1. Muhtemel Sebep : Mevsimsel Geçişler

 Mevsimsel geçişler yüzünden bazı ürünlerde eski stokların bitmesi ile veya yeni ürünlerin üreticilerden yeni yüksek fiyatlarla piyasaya sunulması. 

Yani yağ, kuru üzüm, salça vb ürünlerin yeni sezon ürünü olarak tedariği eski tedarik fiyatlarından farklı ve çok yüksek olacaktır çünkü bu ürünler yeni üretim ve tedarik maliyetleri piyasaya sunulmaktadırlar ve üretim maliyetleri yükselmiştir..

2. Muhtemel Sebep : Zamlanan Enerji Maliyetleri ile Fiyatların Üreticide Artması 

Malum sanayide enerjiye 2-3 ay kadar önce %50 zam geldi. Maalesef bunu kimse dile getirmiyor. 3 ay önce sanayide enerjiye %50 zam geldiyse üretim fiyatları nasıl aynı kalsın sonuçta bütün işletmeler enerji ile üretim veya paketleme yapıyorlar.

3. Muhtemel Sebep : Talebin Artması

Evet  Cumhurbaşkanlığı Strateji ev Bütçe Başkanlığı   tarafından web sitelerinde de açıklanan verilere göre ekonomi %3 civarı büyürken yine açıklanan verilere göre özel tüketim %20 artmış. Kaynak :https://www.sbb.gov.tr/buyume/

Enflasyona rağmen tüketimin düşmeyip artmasının sonucu, bunu fırsat bilen indirim marketleri fiyatlarını arttırıyorlar gibi. Bir ara cezalar ve denetlemeler yüzünden düşen kar oranlarını yeniden dengelemeye çalışıyor gibi ayrıca.

Çünkü malum biliyorsunuz bu indirim marketlerine son 1 yıldır belli bir siyaset ve devlet baskısı vardı ve fiyatlar bu yüzden dengede tutuluyordu sanki. 

Pandemiyi fırsat bilmişlerdi ve şu an talep hala arttığı için market enflasyonu artıyor gibi.

Peki nasıl oluyor bunca alım gücü düşmesine rağmen tüketim artıyor? derseniz gerçi bu yarı bir konu ama onunda mantıklı bir açıklaması var. Yabancılar talebi arttırıyor. Ülkemize savaş yüzünden göç eden rus, ukraynalılar  ve mevcut araplar, afrikalılar ve balkanlardan gelen yerleşik insanlar tüketimi fiyat gözeteyen alışverişleri ile farklı şekilde arttıryor.

Malum akdenizde şuan oteller bile hala açık ve insanlar buralarda sezonluk ev gibi yaşıyorlar ve herşey dahil sistemi ile otellerde bolca gıda ve temizlik ürünlerini tüketiyorlar.

4. Asgari Ücret Beklentisi Artışı 

En kötü senaryo bu evet asgari ücretin zamlanması yaklaşırken, bu indirim marketleri asgari ücretin artmasından sonra zam yapıp suçlanmak yerine önden zam yapmayı tercih ediyor olabilirler.

5. Hepsi... 

Evet, yukarda saydığımız tüm sebeplerin hepsi var bu sebeplerin arasında ve sadece birisi baskında değil yani bu sebeplerin her biri %20-25 etken... Yani biri olmasa bile bile fiyatlar yüksek olmaya devam edecek kaldı ki enflasyon zaten reel olarak  %150 nin üstünde seyrediyor ve kış mevsimine girdik enerji, personel ve üretim maliyetleride firmalarca ürün fiyatlarına eklendi.

Sonuç :

Sonuç olarak, bu indirim marketlerinin yumurta et süt gibi ürünlerde kendi aralarında anlaşarak aynı tek fiyat ile tekelcilik yaptıkları bilinse de, bu marketlerin genel tüm marketler ile rekabeti ve özellikle indirim marketi olmayan Migros ve Carrefour gibi marketlerle karşı ciddi bir rekabet içinde olması aslında olmadıkları senaryoda muhtemel çok yüksek enflasyonlardan koruyor olabilir halkı. Çünkü bu rekabetin olmadığı; Migros, bakkal ve bakkal benzeri toptancıların olduğu 90'lar da hem ürünlerde istenen çeşit azdı hemde fiyatlar çok fahiş olabiliyordu. 

Ayrıca mevcut fiyat politikalarını beğenmesek de, şu anki bu indirim marketleri hem vergi verme açısından hemde sağladıkları 500 bin civarındaki istihdam ile ülkedeki işsizliği de hatırı sayılır oranda engelliyorlar.

2 Aralık 2022 Cuma

29 Kasım 2022 Salı

Asgari Ücret Bölgesel Olmalıdır.


Normal şartlarda serbest piyasa ekonomisinde asgari ücret uygulaması olmamalıdır ve piyasanın kendi dinamikeri olan işçi ve işverene bırakılmalıdır.

Eğer devletin belirlediği bir asgari ücret yani taban bir ücret olacaksa da, Asgari Ücret'in bölgesel olması düşünülmek zorundadır.

Çünkü; örneğin Muş ile İstanbul'da ev kiraları aynı değildir ve toplam geçim maliyeti aynı değildir

Mevcut ekonomik şartlarda Marmara'da 10000 tl diğer bölgelerde ise 7-8000 tl olmalıdır. Böylece sanayici de gidip istihdamın az olduğu gelişmemiş bölgelere yatırım yapabilir.

Bu aynı zamanda yılladır yapılmak istenen doğuya anadoluya yatırımı teşvik de olacaktır.

Dahası bu sadece Marmara ve diğer bölgeler şeklinde değil, asgari ücret her bölgede farklı belirlenebilir ve buda bölge illerinde bulunan işçi ve işveren sendikaları ile birlikte devletin hakemliğinde yapılabilir.

Ayrıca istisna olarak Büyük Şehirlere özel bir asgari ücrette çıkarılabilir. Örneğin Antep'teki asgari ücret nüfusun daha az olduğu Hakkari'ye göre farklı olabilir.

Bu tür bir uygulamanın yüksek asgari ücret olan büyük şehirlere doğru göçe sebep olacağı kaygısı ise yersizdir.

Çünkü eğer bu şekilde Asgari Ücret büyük şehirlerdeki geçim şartlarına ve özellikle de ev kiralarına göre belirlenmeye devam ederse, bunun sonucunda asgari ücreti İstanbul'da da 10000 TL Muş'ta da 10000 TL yaparsanız Muş'taki girişimci veya işletmeci maliyet hesabı yapacakar; nakliye, enerji vb iklim şartları bölgesel pazar büyüklüğü gibi maliyetlerin de hesabı sonucu zarar edeceğini veya çok az kazanacağını düşünüp ve o işi kurmayabilir veya kursa bile asgari ücretin 10000 tl olması yüzünden 10 kisi yerine 5-6 kisi calıştırabilir.

Sonuç olarak, bu yüzden Muş'ta yeterince isletme ve fabrika olamadığı veya yüksek bulunan asgari ücretleri yüzünden yeterince yeni istihdam sağlanamadığı için oluşacak krizde mevcut işverenlerde 10000 lira vermemek için işçi çıkarabilir ve böylece bölgesel doğal işsizlikten dolayı insanlar büyük şehre göçebilirler..

Bu anlamda asgari ücretin bölgesel farklılık göstermesi bir göç riski oluşturmaz aksine tersine göçe de sebep olur.

2 Ekim 2022 Pazar

6'lı Masa Ortak Bir Aday Çıkarmak Zorunda Değil


Genel seçime 1 yıldan az kaldı ve iktidar olma yarışı giderek büyüyor. Eski Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı olan sistem kaldırıldığı ve sadece başkanlık sistemine geçildiği için en az %51 gerekiyor başkan seçilmek için ve Ak Parti dahil bunu tek başına başaracak  bir parti yok bu yüzden seçime birden fazla ittifaklarla giriliyor.

Muhalefet cephesindeki en büyük ittifak 6'lı ittifak ve ortada büyük bir gürültü var çünkü Türkiye tarihinden muhtemelen ilk defa 6 parti bir araya geliyor.

Amaç seçimi başkanlığı bir ittifak olarak kazanmak ve eski başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı ikili sistemine geçmek ve bu sisteme geri dönüşe de "güçlü parlementer sistem" deniyor. Buna göre meclis daha öne çıkacak tekrar ve bir uzlaşı ile ülke yönetilecek tek adam(başkanlık sistemine) göre..

Ama sorun şu ki henüz muhalefet tek başına ortak bir aday çıkaramadı ve bun sebeplerini iki tane yazımızda anlattık detaylıca. Oradan okuyabilirsiniz neden 6'lı masadan halkın istediği bir adayın çıkaramayacağının tüm iyi niyete rağmen neden mümkün olsa bile sağlıklı olmayacağının detaylıca açıklaması var..

Bu yazıda size zaten o analizlerde de anlattığımız şeyin doğal ve olması gereken sonucunu analiz edeceğiz ve ortak bir aday çıkarmanın neden gereksizce ve aptal olduğunu anlamamız gerektiğinden bahsedeceğiz.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi 6'lı masa Millet İttifakı'nın asıl amacı parlementer sistem geçiş için bir ortak hareket ve konsensüs sağlamak. O zaman asıl amaç buysa neden ortak bir aday çıkarmak gerekiyor? Diyeceksiniz ki kazanmak için? Ortak aday çıkarmadan da kazanılabilir?

Hedef zaten parlementer sisteme geçişse, kısa süreli görev yapacak bu yeni başkanın nasıl seçileceğinin ve ittifaktan kim olduğunun ne önemi var?

6'lı masada herkes kendisi aday olur ve 2. turda en çok oy alan 6'lı masa ittifakındaki lidere oy verilir ve kazanılır. Zaten her koşulda Erdoğan'ın ilk turda %51 ile seçilemeyeceği kesin gibi.

 

 

Diğer Projemiz