26 Eylül 2022 Pazartesi

Sadece Sığınmacı ve Kaçakları Değil Yasal Yerleşik Fazlalık Yabancıları da Ülkemizde İstememeliyiz.



Eğer huzurlu, sakin, refah içinde ve ev kiralarının normal olduğu bir ülke istiyorsak, sadece mülteci ve kaçakları değil, yasal olarak ülkemizde bulunan yabancıları da büyük oranla ülkemizde istememek zorundayız. 

Bu bir ırkçılık değildir. Bu ülkenin nimetlerini ilk önce ve sürekli yaşama hakkının ülkemizdeki doğan yerli vatandaşımızda olduğunu savunmaktır ve bu en doğal ve insani hakkımız ve önceliğimizdir...

Bir Alman bir İngiliz veya Rus zaten 50 yıldır aynı belli standartta ülkesinin keyfini çıkarıyor iyi kötü ama biz son 70-80 senedir ülkemizin iyi bir zamanını göremedik, eşit ve adilce paylaşım ve yaşam kalitesi adına. 

Eğer bizim ülkemizde sene 2022 de bir araştırmaya göre halkın %67 tatili yapamazken, ve hayatı boyunca Bodrum'da daha bir kez tatil yapamamışsa veya Kadıköy'de hiç yaşamamışsa, boğazda bir kez yemek yiyememişse, yabancı neden bunu ondan önce yaşasın veya gelip çalışarak veya vatandaşlık satın alarak ülkemize yerleşik şekilde bunları yaşasın kiralık/satılık ev fiyatlarının artmasına da sebep olsun...? 

Temel soru bu...

Kiralık/satılık ev fiyatları malum en büyük sorunlarımızdan birisi. 

Bunun sebepleri ise toplumda söylendiği gibi sadece paragöz ev sahipleri değil sadece...  Enflasyon ve dövizle ilgili de değil

Bunun asıl sebebi belli; asıl sebep, ülkemizde yaşayan yasal ve yasal olmayan yabancılar...

Ülkemizde yasal olarak bulunan yabancı nüfusu %3'ü geçmemeli


Sığınmacılar bir yana İstanbul'da sadece 1 milyon 250 bin yasal çalışma ve oturma izni olan yabancı var ve en az 3-4 milyondan mülteci ve yasa dışı olarak yaşayan kaçak var... Ve malum birde vatandaşlık satıyoruz ev alana.

Bunların hepsi kiraların ve satılık ev fiyatlarının fahişleşmesinin ana sebebi. Çünkü bu yabancılar ev kiralarken veya satın alırken daha çok daha fazlasını veriyorlar Türk vatandaşlarının verdiğine kıyasla ve bir piyasa oluşturan piyasayı dengeleyen bir davranışları yok.

Bu berbat durumun bir an değişmesi için, ilk önce ev alana vatandaşlık satışının durdurulması ve mülteci ve kaçakların önce ülkelerine gönderilmesi ve sonrasında yasal oturma ve çalışma izni verilecek yabancı insan sayısının il nüfusuna göre yüzde olarak belirlenmesi gerekiyor. 

Mülteci ve kaçakların Esad'la ve Taliban rejimi ile görüşülüp anlaşılıp ülkelerin gönderilmesi çok basit ve net çözüm ve en kısa zamanda yapılabilir. 

Bunun devamında her il de yaşayacak yasal oturma ve çalışma izni verilecek yabancı sayısı oranı da belirlenmeli. Bu toplamda %3'ü geçmemeli.. Yani İstanbul'daki her 100 kişiden en fazla 3'ü yabancı olabilir ve çalışma ve ikametgah alabilir. 

Bu yüzden İstanbul'da sadece yasal oturma izni olan 1 milyon 250 bin yabancı oran olarak nüfusa göre çok fazla. Çünkü bunların çoğu da tek başına yaşıyor veya en  fazla 2 kişi ve yarısını hesaplayınca bile 600 bin tane ev işgal altında yabancılar tarafından. 600 bin eve fazla fazla kira veren yabancı demek kiraların fahiş şekilde artması ve ev sayısının azalması demek Türk vatandaşları için.

İstanbul  yasal olarak bulunanlarla beraber 16-17 milyon kişi ve buna ek olarak kaçak ve mültecilerle 20 milyonun üzerinde. Bu İstanbul'un kaldıracağı bir yük değil. Yasal yabancı sayısı en fazla 300 bin olabilir. 

Böylece evlere talep düşecek ve kiralık ve satılık fiyatları düşecektir. Bu bu kadar basittir.


13 Eylül 2022 Salı

Ergin Ataman ve Hidayet Türkoğlu Neden Eleştirilmiyor?




Basketbol veya Futbol Milli Takımlarımız başka ülklerinki gibi bir anlam taşımıyor bizim ülkemiz için

Ülkemizde o kadar kötü bir ekonomik siyasi sosyal ortam ve şartlar var ki, insanlarımız sporu Almanlar veya Fransızlar gibi keyif alınacak ayrıca "bakın biz sporda da siz diğer ülkelerden çok üstünüz diyecek" şekilde değil, tamamen ülke gerçeklerinden bir kaçış ve mecburi bir mutluluk kaynağı olarak görüyorlar.

Bu yüzden bu spor branşlarında avrupa ve dünya şampiyonaları gerçekten bizim için çok anlamlı.

Milliyetçilik veya vatanseverlik anlamında değil, tamamen bu anlamda çok anlamlı; çünkü bizim biraz mutlu olmaya ve en çok birlikte mutlu olmaya ihtiyacımız.

Voleybolda çok başarılıyız ama maalesef popüler bir voleybol kültürümüz maalesef yok.

Gel gelelim ne futbol ne de basketbolda son 10-15 yıldır bir başarımız yok. 

Fazla uzatmadan esas konuya da gelelim, malum Cedi Osman eksenli konuşulan bir başarısızlık yaşadık basketbolda -ki kadro ve jenerasyon olarak gerçekten büyük bir potansiyelimiz vardı.

Çünkü oyuncularımızın hepsi avrupa ve dünyanın en üst klasmanında oynayan oyuncular ve hepsi çok yetenekli ve potansiyelli ve basketbolda 20 yıl öncesinden başlayan bir final oynama ve kupalar alma durumlarımız var. Bu yüzden hedeflerimiz çok ileri düzeyde artık..

Türk İnternet Spor Medyasına Bu Utanç Yeter: Hidayet ve ATAMAN dışında herkesi kıyasıya eleştiriyorlar...

Bu potansiyeli ortaya çıkarmak için, ise maalesef federasyonları yönetenler hem futbolda hemde basketbolda çok bariz ve kişisel tercihli yanlış işler yapıyorlar ve kimse hala çıkıp bunları söylemiyor.

Bunu tam olarak eleştiremeyen bizim internete taşınan spor medyamız içinde büyük utanç kaynağı.

Ülkemizin 85 milyon nüfusu olan bir basketbol ülkesi olarak artık yabancı devşirme bir guarda ihtiyacı olmadığı halde, federasyon ısrarla bir yabancıyı dilimizi kültürümüzü bilmeyen, bu topraklardan olmayan birini soyumuzdan gelmeyen; okyanus ötelerinde doğmuş yaşamış birilerini takıma lider yapmaya çalışıyor.

"Bizden point guard/oyun kurucu çıkmıyor/yetişmiyor" hakareti son 10 yılda malum ayyuka çıktı ve milli takım düzeyinde final oynayamayıp kupa alamayışımız büyük ölçüde buna bağlandı.

Eski NBA oyuncumuz Federasyon başkanı Hidayet'in de buna inanıp devşirme sevdasına kapılması yüzünden çok kötü bir noktaya geldik

Örneğin bu turnuvada koç kenarda molalarda İngilizce konuşuyor, böyle bir Türk Milli Takım olamaz. Olur diyen gitsin devşirmelerin esas memleketlerinde Larkin'in memleketinde yaşasınlar, federasyon yönetmesinler. Bu ırkçılık falan değil burası 1 milyon nüfuslu avrupa ülkesi değil buradan her türlü oyun kurucu da pivotta çıkar... Bu 85 milyon ülkenin gençlerinin hakkını savunmaktır.

Hadi devşirme hatasını yaptın. Bu da yetmiyormuş gibi, daha önce denenmiş ve başarısız olan ve ülkede politik, kavgacı ve sivri çıkışları olan ve bu yüzden toplamda sevmeyeni çok olan ve tüm ülkeye hitap edemeyecek  bir koçu Ergin ATAMAN'ı sırf eurolig başarısı yüzünden koç yapıyorlar.

En baştan hata yapıldı! Aynı iktidar partisi gibi kutuplaştırıcı kibirli dili olan ATAMAN'ı Milli Takım'ın başına getirmek takıma zaten başarısızlığın garantisiydi. Bakın Ergin ATAMAN'ın dili o kadar zehirli ki, Buğrahan'a bile sirayet etti ve Buğrahan büyük hata yaptı Cedi'ye...

Bütün bunlar adeta bile bile yapılıp, aslında tamamen bir tür kumar oynanıp, top yekün ulusal bir kimya bir ruh ve birliktelik kazandırılmadan, bu masum ve vefalı gençlerimizi 2 aylık kampa sokup sonra yurt dışındaki turnuvalara gönderip avrupa ve dünyada üst düzey başarı kazanılacağı sanıyorlar.

Hayrola bu da yeni bir tek adam sultası mı sporda?

İşin en acı yanı, yukarda yazdığımı bütün bu gerçekleri kısmen veya tamamen bilenler, zaten artık basketbol spor medyamızda artık internete taşındığı ve orada da sponsor ve reklam gelirleri çok önemli olduğu için belkide,  "aman kimseyi huylandırmayalım, herkese hitap edelim kimse bize kızmasın Ergin Ataman'a laf etmeyelim Efes'li ve Galarasaray'lılar kızmasın yoksa izlemezler veya ama federasyondan bize kızar" diye ne Hidayet'i ne de Ergin ATAMAN'ı eleştiremiyorlar.

Bu demokrasi olan bir ülkede büyük bir utançtır spor medyamıza.

Beyler ve bayanlar korkmayın asıl böyle davrandığınız için kimse sizi izlemiyor. Bakın 10.000 -500000 arası abonesi olan kanallarınızda güncel sıcağı sıcağına Milli takım analizleriniz 100'de 10 bile izlenmiyor. 

Bir türlü "Ergin Ataman'la ve Hidayet Türkoğlu başarısız oldular ve sorumluluğu almalı ve ikiside istifa etmeli" diyemiyorsanız bu başlıkları videolarınıza atamıyorsanız sizi kimse izlemeyecek.

Kendi kendinize konuşacaksınız maalesef ve maalesef en fazla sponsorların verdiği çerezleri  yiyeceksiniz.

Socrates Dergi, Sports Digitale, NutSpor, Nesine.com, ve Bilyoner.com da progrma yapan basketbol yorumcularımız, Stop Medya Press evet sözümüz sizlere ve adını sayamadıklarımız olarak hepinize...


12 Eylül 2022 Pazartesi

Cedi Osman'a Bu Haksızlığı Hakaretleri Yapmamalısınız! Neden mi?


Cedi Osman'a yapılan çok cahilce bir linçtir. Lince bir haklı sebep de yoktur. Çünkü kasıtlı yapılan bir şey yoktur. Maç sonrası eşi Ebru Şahin de bir kadın/anne iç güdüsü ile eşini en zor zamanında ölçüsünü kaçırarak savunmuştur. Takılmamak gerek bunlara. Buğrahan da ATAMAN ın gazına gelmiştir ve yaptığı hatadır.

Gelelim esaslı diğer gerçeklere...

Açık ve net olalım. Bugün Cedi Osman'a sahip olmasak asla ne avrupa şampiyonluğu finali hayali kurabilecek halde oluruz ne de ABD'yi ile son topa kalacak bir takımımız olur. Bu potansiyel varsa bu takımda en az %40'ı Cedi Osman'ın varlığıdır.

Neden mi? Buyurun bilimsel kanıtları :

"Kaybettiğimiz gürcistan maçında cedinin sahada olduğu 44 dakika 30 saniyede +5ken cedinin oynamadığı 5 dakika 30 saniyede -10muşuz. Yine kaybettiğimiz ispanya maçında alperenden sonra en yüksek efficiency ratinge sahip oyuncumuz cediymiş. Bugün oynana fransa maçında 45 dakikanın 40 dakika 52 saniyesi oyunda kalmış ve cedi sahadayken fransayı 8 sayıyla yenmişiz. Onun sahada olmadığı 4 dakika 8 saniyede ise 9 sayı fark yemişiz. Evet foulleri kaçırması hem de 3 sene sonra yine kritik yerde kaçırması herkesi çok kızdırmış olabilir Ama 1den 4e kadar her pozisyonu savunabilen, sahada olduğunda bu kadar katkı sağlayan belki de 2. bir oyuncumuz yok. Cediye kızılır tepki gösterilebilir ama o sahada olmasaydı bugün ilk yarıdan maç biter 2. yarı rotasyon oyuncularını izlerdik." Kaynak : https://twitter.com/Kevin4Parker/





20-25 yıl Milli Takım basketbolu izleyen birinin göreceği şey, Cedi Osman Milli Takıma gelmiş geçmiş hem savunmada hemde hücumda en üst performans veren canını dişine takan ilk 3 mücadeleci oyuncudan biridir hatta 1.sidir.

Fransa Maçınıda Savunma ve Kritik Sayıları ile Hezimet Olmaktan Kurtaran Oydu!





Ergin Ataman 'ın berbat koçluğunu örtecek şekilde Cedi OSMAN'a haksızlık yapmaktan vazgeçin. İktidarı bırakıp muhalefeti eleştirmek gibi bir aptallık bu. Cedi turnuvanın başından beri savunma ve hücumda özverisi ile kritik üçlük ve turnikeleri ile takımımızı hep maçlarda tuttu!



Ergin Ataman ve Hidayet Türkoğlu ve Ekibi Sorumludur Başarısızlıktan

Gelelim esaslı asıl diğer konulara!

Magazini bırakıp Ergin Ataman 'ın koçluk hatalarını son top yönetimi başarızlıklarını ne zaman konuşacağız? En basitinden Fransa maçına alalım, içeri penetre ile maçı erkenden bitirecek tüm yeteneklerimiz olduğu halde rakibi 5 faulden dışarı çıkartacaken bu yönde bir telkin yoktu

Daha ilerisini; federasyonun hatalarını Hidayet Türkoğlu'nun ters tepen, yanlış ve gereksiz olduğu ortaya çıkan devşirme sevdasını ne zaman konuşacağız?Bırakalım magazini bu jenerasyon final oynayacak yeteneğe sahip. Boşa harcatmayalım bir başkan ve koçla bu spor potansiyelimizi.

Daha açık ifade edelim Larkin'siz bir milli takıma asla ama asla inanmıyordu Ergin Ataman. Bugün zaten benchteki ve basın toplantısındaki tüm hal ve hareketlerinden koyvermişliğinden bu çok belliydi. Ne gerek var dedi 6 saniye için set çizmeye. İstifa etmelidir derhal hemen.

Cedi'yi konuşmak boşa bu turu geçsek bile bu kenar yönetimi ile farklı mağlup olacaktık çeyrek finalde. Larkin'den başka oyuncumuza inanmayan bir koçumuz var. Uyanın bu saçma rüyadan. Cedi bizi muhtemel büyük bir farklı mağlubiyetten kurtardı belkide çeyrek finaldeki.

Özetle

"Bizden guard çıkmıyor/yetişmiyor" diye sürekli devşirmeler pesinde kosan, 85 milyonluk nüfuslu bir ülkenin gençlerine bu şekilde aleni şekilde hakaret eden NBA görmüş Federasyon Başkanı Hidayet'i ve ekibi Kerem Tunceri ve Ömer Onan'ı ve "büyük koç" olarak devşirme Larkin'den büyük performanslar ve şampiyonluk uman Ataman'ın Buğrahan tarafindan göstere göstere rezil edilmesi bu maçı kazanmaktan daha değerliydi.

Cedi Osman her şeye rağmen bizim Milli Takımımızın en önemli parçalarından biri ve onla gurur duyup onu desteklemeye seyretmeye devam edeceğiz. Bizi her anlamda dünyada cesurca ve güzel bir kişilikle temsil etti. Tıpkı atamızın sporcularla ilgili özlü sözündeki gibi bir sporcu o!

Biz taraftarlara gelince, takımlarında zar zor süre alan tüm oyuncularımızın avrupa/dünya basketbolunu en iyi takımlarını elleri ayaklarına dolanmadan yenmelerini hele bu devşirme sevici federasyon/koç eşliğinde bunu yapmalarını beklemek haksızlık olur. Hepsi cesurca savaştılar

13 Ağustos 2022 Cumartesi

Ümit Özdağ'a Bir Türlü Sorulmayan Soru: Militarist misiniz?




Türkiye'de halkımızın da siyasetçilerin de cehaletleri ve çıkmazları yıllardır hep aynı ve bazı konularda toplum olarak hiç mi hiç değişmiyor ve gelişmiyoruz. Hep aynı gereksiz, sahte, iki yüzlü ve inkarcı kişi ve konular var ülke siyasetimizde. 

Ülke olarak ülkemize dair ne kadar temel sorun varsa, bunlar genelde hem iktidar hem muhalefet tarafından birlikte inkar ediliyor ve sadece kişiler ve onların yanlışları konuşuluyor. Temel konularda sorunların kaynağına kavramsal ve ilkesel olarak derinlemesine inilmiyor ve böylece ülke siyaseti yıllardır siyasetçilerin kişisel kavgaları, dayatmaları ile yüzeysel bir biçimde geçiyor. 

Bu yüzden hiç bir temel sorunun üzerinde ilkesel olarak uzlaşamıyor ve giderek kanserleşen sorunlarımızı bir türlü çözemiyoruz.

Malum, bu aralar Türkiye siyasetinde farklı bir şeyler oluyor; bir parti ve bir isim ülkede çarpıcı şekilde konulara derinlemesine bakışı ve ilkesel söylemleri ile öne çıkıp, halkın büyük desteğini alıyor. Bu parti eleştirileri ve vaadleri ile iktidardan çok, mevcut; yıllardır değişmeyen ve gelişmeyen muhalefeti de değişime zorluyor.

Bu isim malum Ümit ÖZDAĞ.

Deyim yerindeyse siyasette bir Ümit Özdağ fırtınası esiyor; özellikle internette, o ve onun partisi hakkında  çok büyük tartışmalar dönüyor. 

Son 10-15 yıldır hep aynı muhalefet liderlerini ve aynı siyaset tarzını gördüğümüz için belkide, Ümit ÖZDAĞ farklı tarzı ile ilgi gören bir parti lideri olarak çok fazla dikkat çekiyor. Özellikle YouTube kanalları onu çok fazla konuk ediyor. Onunla yapılan söyleşiler yüksek tansiyonlu geçiyor ve gördüğümüz kadarıyla sohbetlerde ona hep aynı şeyler soruluyor.  Ve onu eleştirmek için, genelde aynı yerden; aşırı milliyetçilik yani ırkçılık vurulmaya çalışılıyor; .

Tamda ve sanki halkın tek derdi ve esas merak ettiği ve en çok duymak istediği vaad buymuş gibi sürekli kendisine "ırkçı mısınız?" diye sorular soruluyor ve o da her seferinde kendisini "hayır" diyerek savunuyor ve Atatürk milliyetçiliğini esas aldığını ekleyerek, normal bir vatansever olduğunu dile getiriyor.

Bu olup bitenleri izleyenlerden hiç kimse de çıkıp : "Bu sorduğunuz soru da bir şey mi ?" demiyorlar.

Çünkü; komüniste devrimci misiniz, liberale toplumculuk karşıtı mısınız ya da muhafazakara yasakçı mısınız diye sormak kadar saçma bir soru aslında bu... 

Elbette milliyetçiler  az veya çok bir noktaya kadar ırkçıdırlar.  Çünkü milliyetçilik dozu çok kolay ayarlanabilen bir ideoloji değil, tıpkı muhafazakarlık gibi içinde çokça inanç ve fanatizm vardır. Bu yüzden birine ırkçı mısınız diye sorup samimi bir cevap almayı beklemekte büyük aptallık örneği.

Bu yüzden Ümit Özdağ'a sorulan bu soru çok gereksiz ve faydasız aslında.

Ümit ÖZDAĞ Kimdir?


Ümit Özdağ'ın babası, malum ülkemizin ilk kez demokratik siyasi hayata geçişinin devamında olan ve sonrasında demokrasimizin bir türlü tam anlamıyla oluşamamasına sebep olan "27 Mayıs 1960 Darbesi"ni yapan Milli Birlik Komitesi adlı cuntanın içinde fiilen yer alan subaylarından birisi. Yani Ümit ÖZDAĞ'ın babası demokrasiye inanmayan bir darbeciydi. (Cunta, yönetime kuvvet kullanarak el koyan askerî ya da siyasi grup)

Ümit ÖZDAĞ ayrıca yakın zamana kadar yine bu darbeyi yapanlar içinde yer alan, Milli Birlik Komitesi'de yer alan, sonrası MHP'yi kuran eski bir subay Alparslan TÜRKEŞ'in partisi olan MHP'nin bir milletvekili idi ve MHP'den atıldıktan sonra İyi Parti'nin kurucuları arasında yer aldı ve sonrasında oradan da ayrılıp kendi partisini kurdu.

Ümit Özdağ'a Asıl Sorulması Gereken Soru: Militarist misiniz?

Bu yüzden kendisine sorulması gereken asıl soru : "Militarist misiniz?" olabilirdi  veya ikinci bir soru olarak "Derin devletçi misiniz?" diye de sorulabilirdi.

Militarizm Nedir?

Militarist misiniz? diye sormak, bilmeyenler için anlatalım kısaca, militarizm; en iyi yönetim biçimin demokratik sivil bir yönetim değil, askeri yönetim olduğunu savunan veya direkt yönetemese de askerin siyasette bir şekilde yer aldığı ve ülkemizdeki gibi ülkenin güvenliği kadar rejiminde teminatı olarak var olmasını ve demokrasiye çok fazla güvenilmemesi gerektiğini savunan görüş. 

Bu yüzden Ümit Özdağ'ın kendisine : "Tam bir demokrat mısınız ve halkın demokratik terchine karşı demokratik olmayan şekillerde siyaset yapar mısınız ve nereye kadar demokratsınız?" diye sormak daha doğru olurdu.

Çünkü; Atatürk Milliyetçiliği ülkemizde geçen son 50-60 yıl içinde, ilk darbe olan 27 Mayıs 1960 darbesinden bu yana, hep militarist amaçlarla istismar edilmiş; ülke demokrasi, halkın güvenliği veya ülkenin bağımsızlığı için darbenin şart olduğu savunulmuş ve bu anlamdaki milliyetçilik halka, insan haklarına, hukuk ve demokrasiye karşı yapılan bütün yasakçı ve dayatmacı kötülüklerde bir sığınak olarak kullanılmıştır.

Kısacası, Atatürk Milliyetçiliğini savunanların çoğusu militarizmi demokrasinin üzerinde görmüş ve darbeleri demokrasinin devamı için gerekli görmüş ve darbeler sürecince yapılan demokrasi, hukuk ve insan hakları karşıtı şeyleri de bir şekilde savunmuş ya da darbe ile beraber olan  bütün bu yanlışları bir sorun olarak görmemişlerdir. 

Militaristler Türkiye'ye Ne Bedeller Ödetmiştir.?

Atatürk'ün de bir asker olmasından dolayı Atatürk milliyetçiliği özellikle demokrasiye inanmayan halkı ve ülkeyi katı yasakçı bir devletçilik ile yönetmek isteyen militaristlerin bir oyuncağı olmuş ve milliyetçilik ülkemizde demokrasi ve özgürlükleri kısıtlayan anlamda, halka karşı kullanılmıştır.

Türkiye'nin gelişmesi için demokrasiye ve özgürlüklere yani halkın doğal inisiyatifleri ve özgür sağduyusuna ve tercihlerine inanmayan ve kendisini halkın da üstünde gören ne kadar siyasi ahlak ve demokratik değer yoksunu elitist(seçkinci) varsa, hepsi bir şekilde Türk Milliyetçiliği arkasına gizledikleri hukuk ve demokrasi karşıtı militarist ve elitist ideolojileri ile halka karşı siyaset yapmışlardır. 

Ülkedeki siyaseti bir şekilde özgürlükleri ve demokrasiyi insan haklarını askıya alıp hukuğu ele geçirip siyaseti arkadan hep yönetmişlerdir ve sürekli derin devlet operasyonları yapmış, demokrasiyi savunan tüm siyasetçileri de, başta Demirel, Ecevit, Erbakan gibi siyasetçileri militarist baskıcı yasakcı ideolojileri ile baskı altına alıp sindirmeyi başarmışlardır.

Kısaca, militarizm azınlık bir grup elitist subay ve sivil/bürokrat oligarşinin önderliğinde ülkemizde demokrasinin bir parçası haline getirilmiş, militarist devletçi uygulamalar siyasetçilerin ve halkın üzerinde bir tür faşizm kırbacına dönüşmüş ve bu militarist oligarşiler her seferinde Atatürk'de kullananarak "vatan - millet - sakarya" diyenleri de yanına alarak toplum üzerinde yıllarca baskı ve yasaklarla hüküm sürmüşlerdir.

Böylece militarist bir düzen oluşturduğu hukuksuzluk ortamı derin devleti doğurmuş ve ülkede hukuk yok edilerek demokrasi sakat bırakılmıştır. Çünkü insan haklarını ve özgürlükleri yok sayan devletçi bir içinde demokrasi olamaz. Var olan bu tür bir demokrasi gerçek bir demokrasi değil askeri vesayet altında sahte bir demokrasidir.

Bu militarist oligarşi(askerci elitist sınıf) ülkemizdeki her alanı yasak ve baskılarla dizayn etmiş; sanatı, kültürü, bilimi, eğitimi herşeyi farklı ve özgür fikir olmayacka şekilde yasaklar ve baskılar altında ezmenin yolunu hep bulmuş ve her 10 yılda bir darbe yaparak yasakçı faşist yasalarla maksimumum şekilde ülkeyi değişemez ve gelişemez şekilde sakat bırakmışlardır. 

Ülkedeki tüm aydınlar, sanatçıları, eğitimcileri ve bilim adamlarını ve özellikle namuslu siyasetçileride siyasetten uzaklaştırıp ortalığı hukuksuzluğa ve yolsuzluğa inananlara bırakmışlardır.

Bu süreçte ise, varlığını devam ettirmek için bu askeri vesayete boyun eğip kendi sermayesini ve sınıfını oluşturmak isteyen, kendine milliyetçi diyen ama siyaset kültürü demokrasi olmayan tamamen hukuksuzluğa ve kabadayılığa ve hatta mafyalığı siyasei destur olarak gören derin siyasi yapılar oluşmuştur ki bu yapılar ilk kes Susurluk olayı ile ortaya saçılmış ve ülkenin milliyetçi ve militarist hukuksuklara nasıl teslim olduğu görülmüştür.

Kısaca, ülkemizde militarizm ve derin devletçilik toplumu baskı altında tutmanın yolunu arayanların ve kendi ideolojilerini hakim kılmak isteyenlerin söylemedikleri gizli ideolojileri ve demokrasi karşıtı silahları olmuştur. Bunu yaparken de bahaneleri de hep aynı olmuştur; "sağ sol kavgası"nı durdurmak.

İlk darbenin yapıldığı 1960'tan bu yana militaristler/derin devletçiler o kadar egemen olmuştur ki bu oligarşi yargıda bürokraside medyada her yerde ülkeyi yöneten gerçek güç sahibi olmuşlar; DGM ve MGK'lar ile siyaseti yönetmiş, ülkede "iç mihrak" diye aşşağılık ve demokrasi dışı bir kavram üretmişlerdir ve kendi halkını ülke içinde ülkeye tehdit görmüşlerdir..

Bunlar her zaman sayılarına göre çok daha büyük bir gücü temsil ederek ülkemizde her 10 yılda siyasette yargıda üniversitelerde medyada bürokraside birleşerek bir şekilde kendi ideolojilerini baskın hale getirip ülkede siyaseti belirlemiş hatta başörtüsünü bile yasaklayacak kadar ileri gitmiş ve topluma ve siyasete sürekli darbeler yapmışlardır.

Zaten Türkiye'nin temel sorunu da buydu taki 2016'ya kadar.

Ülkemizde hep bir şekilde demokrasi ile başa gelemeyenler buna CHP'de dahil, hep bir şekilde darbe kovaladı ve darbe yapacaklardan medet umdu.

Sonuç olarak, Ümit Özdağ'dan ırkçılığın değil militarizmden uzak olduğunu sözünü almak gerek. Çünkü ırkçılar ülkemizde askerden güç almadıkça ve askerin gözetiminde devleti kullanmadıkça bir şey değildirler.


12 Ağustos 2022 Cuma

6'lı Masanın Aday Çıkaramamasının Asıl Sebebi Kişisel İhtiraslar mı?


Herkes 6'lı muhalefet ittifakının duyurulmasından sonra cumhurbaşkanı adayının da hızla açıklanacağını sanıyordu, ama olmadı ve 1 yıla yakın zaman geçse de ısrarla ortak bir aday duyurulmadı.

 


En son Demokrat Parti başkanı UYSAL adayın 6'lı masadan çıkması gerektiğine inandığını ve dışarıdan birisi olmaması gerektiğini ifade etti. 

Bu açıklama şimdiye kadar masada olanları anlamamız ve neden aday çıkarılmadığını bilmemiz için çok önemli bir ipucu.

Bir anlamda bu açıklama, ittifakın görünenin aksine ne kadar zayıf ve ne kadar yüzeysel olduğunu ve bugüne kadar masada konuşulan ama görünmeyen şeylerin, büyük pazarlıklarının ve masadaki her partinin iç hesaplarının ne boyutta olabileceğini gösteriyor..

Basit bir mantıkla bakarsak,  Türkiye siyasetinin genel olarak zaten halka hizmet ve ülkenin gelişimi için değil, bir kaç yaşlı adamın ülkemizde uzun süredir devam eden bazı ideolojik emelleri uğrunda yaptıkları kavgadan oluştuğunu görüyoruz, ki onlar bu siyasi kavgaya "davamız" diyorlar ve bu uğurda ülkemizde yapılan siyasetin, bir noktadan sonra "dava" olmaktan çok siyasetçilerin kendilerini kurtarma amacıyla ve kişisel ihtirasları doğrultusunda yapıldığı zaten biliyoruz..

Türk Siyasetinin Koalisyon Düşmanı Doğası ve 6'lı İttifakın Bedeli

Ülkemizde ilk defa bu düzeyde büyük bir demokratik katılımın, büyük bir konsensüsün yani 6'lı bir koalisyonun olması da, bu kişisel ihtirasların ortadan kalktığı anlamına gelmez. Hele hele bu koalisyon bir kişiyi siyaseten devirmek amacıyla kurulmuşsa ve bu masanın kurulma sebebi daha öncesinde demokrasinin bir gereği olarak halka hizmet değilse, yapılan bu koalisyonun demokratik bir uzlaşı ile değil, siyasi dava savaşlarının bir zorunluluğu sonucunda olduğunu ve siyasetçilerin birbirlerini yenmek için yapıldığını gösterir.

Ülkemizde şartlar ne olursa olsun, geçen 100 yıla yakın zamanda demokrasi kültürümüz neredeyse hiç oluşmadığı için, mevcut siyasetçiler "siyasi dava" maskesi adı altında kişisel ihtirasları peşinde koşuyorlar ve bu kişisel ihtiras ve koltuk sevdası Türkiye siyasetinin doğası ve gereği 6'lı masa ittifakında da ortaya çıkıyor.

Bu anlamda masadaki herkesin dışarıdan bir aday çıkarıp, o adayın büyük demokratik uzlaşısı çatısı altında halk ve ülkeye hizmet etmesi o kadar kolay değil. Yani bir süreliğine bile en azından siyasi davalarında bir fedakarlık yapıp ülkedeki sorunlara çözmek için çalışmaları o kadar kolay değil. Nihayetinde masadaki herkes için temel hedef bu masadan kendi partileri ve şahısları adına önemli bir siyasi kazanımlar elde etmek.

6'lı Masada Dışardan  Ortak Bir Aday Çıkarmak ve Kazanmak Başarı Değil Yenilgi Olarak Görülüyor!


Çünkü masadaki herkes bir makam ve mevki istiyor yeni oluşacak parlementer sistemdeki hükumette... Ve amaç bir koalisyon hukümeti. Örneğin, muhtemelen Babacan ekonomiyi, Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığı'nı, Akşener Başbakan'lığı Davutoğlu dış işlerini, Uysal eğitim bakanlığını ve iç işlerini'de Karamollaoğlu istiyor. 

CHP ve İyi Parti ile beraber diğer küçük yüzdeli 4 partinin bu sebeplerle hepsinin dışarıdan bir aday belirlenmesini istemediği çok açık. 

6'lı İttifakın İçindeki 4'lü İttifak Gerçeği

Şöyle ki, eğer böyle bir şey olursa, mesela CHP ve İyi Parti Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ı aday gösterirse ve 4 diğer ittifak üyesi bunu kabul ederse ve seçim kazanılırsa masadaki diğer 4 parti kendileri için bir yenilgi olacağını düşünüyorlar.  Böyle düşünenler de elbette belirli bireysel siyasi ihtirasları olan en başta DAVUTOĞLU, BABACAN, KARAMOLLAOĞU ve UYSAL.

Çünkü oyları toplamda %10 olsa da bile bu 4 parti masada kapladıkları yerden ve olduklarından daha çok şey istiyorlar. Çünkü eski ortakları ERDOĞAN'ı kendileri olmadan kimsenin yenemeyeceğini düşünüyorlar ve üzerinde anlaştıkları yeni bir parlamenter sistem var ve bu sistemde oluşacak hükumetin eskisinin benzeri bir şey olmasını istemiyorlar.  Eğer dışardan bri aday seçilir bu adayın partisi kimse yeni iktidarın sahibinin de %100 o parti olacağını ve kendilerinin dışlanacağını ve kendilerine bir şey verilmeyeceğini düşünüyorlar.

Kısacası, bu 4 lider seçim sonrası CHP ve İYİ PARTİ tarafından kullanılıp atılıp yok sayılmak istemiyorlar ve ERDOĞAN yenilecekse kendileri sayesinde olacağını düşünüyor ve bunun karşılığında yeni hükumette reelde önemli mevki ve makamlar istiyorlar. Yani amaçları asla partilerini uzun vadede bu ittifak içinde oy olarak büyütmek ve 1. parti yapmak değil, sadce gelecek dönemdeki siyasete ortaya koydukları etkilerini büyütmek ve büyük etkilerinin karşılığını da mevki almak istiyorlar. İçlerinde sadece BABACAN tek başına en büyük parti olmak istiyor diğer 3 parti liderinin partileri için 1. parti olma hedefi yok.

4'lü merkez sağ veya muhafazakar ideolojili diyebileceğimiz bu partilerin  asıl derdi sandığınız gibi ERDOĞAN'ı yenmek de değil, çünkü reelde ideolojik olarak ERDOĞAN'a CHP ve İyi Parti'den daha yakınlar. Konjonktür gereği sadece şuan ERDOĞAN'la kavgalılar ve ondan intikam almak için milliyetçi İyi Parti ve sosyal demokrat CHP ile flört ediyorlar. Hepsi bundan ibaret. Sorsan 4 partide CHP 'yi bir kaşık suda boğmak isteyecek kurucu ideoloji ile kavgası olan ideolojik hastalıkları olan partiler.

Bu yüzden çıkacak adayın ve kazanacak adayın üzerinde daha önce anlaştıkları ve aylardır tartıştıkları söz aldıkları şekilde masadan biri olmasını istiyorlar, Çünkü masadan bir aday çıkarsa yarın kazandıkları zaman bir bağlayıcılığı olur diye düşünüyorlar.

Şöyle ki, dışarıdan gösterilen bir aday eğer İMAMOĞLU veya YAVAŞ kazanırsa bu masanın dağılması anlamına geliyor onlara göre çünkü; bu iki isim vekil bile değil ve masada hiç bulunmadılar. Hal böyle olunca DAVUTOĞLU, BABACAN, KARAMOLLAOĞU ve UYSAL.o kadar uyanık ki seçim sonrası kenara atılacaklarından korkuyorlar ve bu yüzden bu iki adayı da istemiyorlar.

Bunu önlemek içinde cumhurbaşkanının masadan biri olması gerektiğini en sonunda ağızlarından kaçırdılar. Böylece masadan kazanan bir cumhurbaşkanına karşılık masada olan diğer herkese birer mevki makam verilmesi gerektiğini düşünüyorlar. 

Yani KILIÇDAROĞLU'lunun cumhurbaşkanı MERAL AKŞENER'in başbakan olduğu bir düzende zorunlu olarak kendilerininde belli mevkileri elde edeceklerini düşünüyorlar yani BABACAN ekonomiden sorumlu Davutoğlu Dışişleri ve Karamollaoğlu ve Uysal'a iç işleri veya eğitim bakanlığının verilmesi gibi.

KILIÇDAROĞLU kendisinin Önüne Geçecek Yeni Bir Muharrem İnce Mevzusu Daha İstemiyor!

Masayı zorlayan ikinci gerçek ise, Kılıçdaoğlunu'nun da dışardan bir aday istemiyor olması ve aday olarak kendini düşünüyor olması.

KILIÇDAROĞLU'nun dışardan bir aday istememesi bir çok kişisel sebebi var elbette. Dışaran biri aday yapılırsa KILIÇDAOĞLU yaşının, mücadelesinin ve tecrübesinin karşılığını alamamış olacağını düşünüyor ve İMAMOĞLU veya YAVAŞ'ın gölgesinde kalmaktan korkuyor çünkü bunu daha önce Muharrem İNCE ile yaşadı ve partide hiç kimsenin bundan sonra kendi önüne geçmesine izin vermek istemiyor.

 


4 Ağustos 2022 Perşembe

Türkiye'nin Konuşulmayanları: Sığıntılar


Türkiye'nin sayıları sığınmacılar kadar olan ve sığınmacılara bakınca gündemde hiç yer etmeyen milyonlarca insanı daha var.

EYT'liler, geçiçi tarım işçileri, kuryeler veya engelliler değil bunlar.

Bir genel isimleri de yok aslında siyasette ve ekonomide.  

Tanıyınca ekonomik olarak ancak bir isim verebilirsiniz ancak. 

Onları bir isimle çağırmak istesek, sığınmacılar benzeri bir kelime gayet iyi tanımlardı onları.

SIĞINTILAR

Evet, sığıntılar. Sayıları milyonlarla ifade edilecek kadar bir nüfusa sahipler ve toplumda görünür olmayan ve hayatları belirsiz bu insanları sığınmacılardan da diğer toplumsal sınıflardan ayıran temel özellikleri ise, yetişkin birer insanlar olmalarına ve becerileri epey olmasına rağmen işsiz olup hala aileleri ile yaşamaları ve tamamen veya kısmen ailelerinin finansal katkıları ile yaşıyor olmaları.

Boşanmış çiftlerden veya bekarlardan oluşan bu insanlara her 10 aileden en az 2-3 tanesinde rastlamak mümkün.

Yaşları 25 ile 50 arasında değişen bu insanlar, toplumun en duyarlı ve dürüst insanlarından.

Dünyayı takip ediyorlar, demokrasiye ve hukuğa inanıyorlar, hayatı akılları ve sağduyuları ile anlayıp çevresine faydalı olmayı isteyen insanlar.

Kendilerini pazarlama konusunda veya mevcut bozuk düzene uyma konusunda epey çekimser olan bu insanların bir kısmı freelancer, yani serbest olarak internet üzerinden çalışıyorlar ve harçlıklarını çıkarıyorlar. Çoğusu ise hiç bir şey üretmeden ailesinin eline bakıyor.

En büyük hayalleri kolayca nitelikli bir iş bulup medeni dünya şartlarında insan gibi çalışmak ve kendi başlarına ayrı bir evde yaşamak ve rahatça geçinmek olan bu insanların aile bireyleri arasında en büyük sorumlulukları market ve pazar alışverişini yapmak, yaşlı anne babalarını hastaneye götürmek veya evli olan kardeşlerin çocuklarına bakmak ve onları oynatmak .

Dürüstlüğe ve insan onuruna son derece düşkün olan bu insanlar aileleri yanından bir sığıntı olarak yaşadıklarının farkındalar.

Bunu değiştirecek adımları da atmalarına rağmen ülke şartlarında bozuk sosyal ve ekonomik ilişkilerle örülmüş reel hayat onları fazlasıyla ürkütüyor.

Bu yüzden yeterince girişimci değiller.

Çünkü insanların kabalığından ve sığlığından çekiniyor ve iğreniyorlar.

Bu yüzden memur olmak bile istemiyorlar.

Çünkü sadece para eksenli bir hayata inanan insanların için bir düzende olmaya çekiniyorlar.

Bir kısmı artık psikolojik sağlıklarını da kaybetmiş durumda.

Düzenli olarak depresyon veya başka ilaçlar kullanıyorlar.

Çoğusunun yaptığı en iyi şey twitterdan ülkede olup bitenleri takip edip siyasette ve iktidarda bir değişim beklemek.

 


3 Ağustos 2022 Çarşamba

KPSS Sınavında Şaibe ve Türkiye'nin Artan Memur Sayısı


Türkiye'de son 20 yılda memur sayısı 2.5 kat arttı.



"Haziran 2021 itibarıyla kamu, 2 milyon 960 bin 924'ü memur, 529 bin 37'si sözleşmeli personel, 1 milyon 237 bin 220'si işçi, 107 bin 27'si diğer statülerde (yargı mensubu-öğretim elemanı-kamu bankaları vs) olmak üzere toplam 4 milyon 834 bin 208 personele istihdam sağlıyor." AA

Türkiye şu an toplamda yaklaşık 5 milyon memura sahip.

Özel sektör ve kamu oplam çalışan sayısı 30 milyon olan ülkemizde  her 6 kişiden 1'i memur

Devletin 20 yıllık özelleştirmelere rağmen 20 yılda memur sayısını 2 milyondan 5 milyona çıkarması yani 2.5 kat arttırması ve bu kadar bu kadar çok memura devletin maaş vermesi normal bir durum değildir.

Çünkü 20 yılda nüfusumuz 2.5 kat oranı gerektirecek kadar artmadı.



8 Haziran 2022 Çarşamba

Atatürk Havalimanı'nın Kent Parkı/Millet Bahçesi Yapılması Halk İçin Zorunluluktu

Atatürk Havalimanı'nın kapatılıp yıkılıp millet bahçesi, yani kamuya açık parka dönüştürülmesi çok büyük bir sorun oldu ve hala tartışılıyor.

Ama dikkat ederseniz karşıt olanlar dahil neredeyse hiç kimse konuya gerçek anlamda halk açısından bakmıyor ve işin kötüsü alternatif proje söylenmiyor. Konuya hep Atatürk açısından veya ülke prestiji veya havalimanın mevcut ekonomik değeri açısından bakılıyor.

Yani, henüz kimse 3 yıldır İstanbul'u yöneten İBB Başkanı İmamoğlu dahil hiç kimse çıkıp 10 milyonluk nüfusu ile İstanbul'un en büyük bölgesi olan avrupa yakasının gerçek anlamda büyük bir şehir parkı ihtiyacı olduğundan ve bu konuda acil bir şeyler yapılması gerektiğinden bahsetmiyor..

Her zaman ki gibi her şey ideolojik bir kavga ekseninde değerlendiriliyor ve halk ve halkın ihtiyaçları unutuluyor.

Oysa 10 milyon halk adına bir tane siyasetçi çıkıp : 'Evet bu havalimanı ideolojik olarak kapatıldı ve park yapılıyor ama kimse İstanbul Avrupa yakasının dünyaki örnekleri var olan yeşil alan park ihtiyacından bashetmiyor' deyip. 'İstanbul'a  10 milyonluk avrupa yakası sakinlerine gerçek anlamda nefes alacağı dev büyük bir park yapmak zorundayız; çünkü son 20 yılda İstanbul tam anlamıyla beton bir açık hava hapisanesine döndü.' diyemiyor. 

Hani siyaset halk içindi? Hani CHP halk için siyaset yapıyordu.


Neymiş efendim 5 milyar dolarlık pist kırılıyormuş. Tamam haklısınız bu da büyük bir milli kayıp.

Peki 10 milyon nüfusun nefes almasından daha mı değerli bu 5 milyar dolarlık pist. Hayır değil.

Eğer sence de böyleyse senin önerin ne peki?

Yok eğer bu tamamen büyük bir yanlış ve ideolojik bir iş diyorsanız, siz neden  3 yıldır çıkıp kendi alternatif projenizi 10 milyonluk Avrupa Yakasından yaşayan bu halkın temel ihtiyacını da belirterek halka büyük bir park projesi sunmadınız?

Mesela çıkıp en basitinden İkitelli İETT garajını İstanbul Şehir Parkı yapacağız garajı başka yere veye yer altına taşıyacağız da diyebilirdiniz. 

Elinizi kim tutuyor bu konuda? 

İkitelli Garajı 192 bin metrekare alana sahip ve bu anlamda yeterli bir şehir parkı alanına sahip..

Gayet burayada bir şehir parkı yapılabilir.

Ama maalesef  konu hep ideolojik bir kavga içinde görülerek 20 yıldır halk unutuluyor.

Tıpkı başörtü yasağından bu yana olduğu gibi hem rejim ve rejim karşıtları Atatürk ve Atatürk karşıtları olarak görülüyor..

Konular nedense hiç halka fayda ve özgürlük sunma amaçlı değil, karşıt ideolojilerin birbirine güya ülke çıkarı da konu edilerek  konuşuluyor. 

İstanbul ve İstanbul halkı özelinde neden konuşulmuyor? Bu havalimanının kapladığı yer İstanbul'da sonuçta Türkiye'nin tamamını değil daha çok İstanbul'u ilgilendiriyor.

Gazetecilerimiz de iş bilmez insanlar gerçekten.

Çıkıp birisi de : "Sayın İmamoğlu bu projeye şiddetle karşısınız ama, iktidar bu projeyi bir halk ihtiyacı için yaptığını iddia ediyor, sizce İstanbul'un böyle bir parka ihtiyacı var mıydı varsa sizin alternatif projeniz neydi?" diye soramıyorlar. 

Dünyanın neresinden olursa olsun, niyetler başka da olsa konular reelde halk açısından ve halakj katacağı fayda minvalde bir tartışılır ama nedense bu konu sadece ideolojik olarak ele alındı her konu gibi. 

Bu gerçekten bu ülkede muhalefet açısından da, ülkede halkın haklarının savunulması konusundan ve  berbat seviyede olduğu  ve kamunun ihtiyaçlarının hiç önemsenmediğinin kanıtı.

Umarız bu konuda biri çıkıp bu şekilde bir bakış açısı getirir.

 


10 Mart 2022 Perşembe

Hekimsen Hekimliğini Bil Ekonomik İmtiyaz İsteme! Asgari Ücretli Rahat Geçinemiyorsa Sende Geçineme!




Yukarıdaki tweetten gördüğünüz gibi kendi alanından olan sağlıkçılara bile çöp diyebiliyorlar. Türkiye'de elitizmin yani kendini beğenmişliğin ve seçkin ayrıcalıklı/imtiyazlı olma hastalığının en çok yaşandığı mesleklerden biri doktorluk. Bir diğeri de malum subaylık idi düne kadar ve her 10 yılda bir darbe yapacak kadar haddi aşmışlardı ülkemizde.. 

Bu iki meslekte maalesef nedense kendini çok özel değerli ve ayrıcalıklı sanan büyük bir kesim var.

Yıllardır, ülkemizde bir kısım doktorların sanki ilkokuldan üniversite sınavına girerken sonra tıp seçip okurken, sanki devlet onlara en iyi maaş şartları taahhüt etmişte, sonra sanki bu devlet tarafından yerine getirilimiyormuş gibi ve sanki onların da hepsinin çok iyi birer doktor olduklaro gibi davranmaları ve kendilerini kutsallaştırmaları söz konusu.



Başlamaz merak etmeyin ve dolaylı olarak tehdit de etmeyin, Türkiye de özel sağlık çok güçlü ve her zaman hakkını vererek isini yapan doktorlarla gerekirse devletin daha cok hatta %100 katkı payı ile cok daha nitelikli hizmet verirler güler yüzlü doktorlarla... 



Motivasyon şahsi işler ve kişisel şeyler icindir,  para karşılığı gorevinizle bir kurumda çalışırken mecbursunuz aynı ciddiyetle ve doğru şekilde işinizi yapmaya.


Yuh be ne içiyorsunuz be, "beni devlet okutmadı ben okudum" diyen doktorlar var... Bu türde düşünen doktorlara da emanetiz. Tehlikeyi görebiliyor musunuz? "Muhalif olayım" ya da "hakkımı arayayım" derken şuurlarını bilinçlerini kaybetmiş ifadelerde bulunmakta bile beis görmüyor bazıları

Bu cümleyi duyunca şunu anlıyor olmalıyız ki, "kendileri okutmuş kendilerini" yani hepsinin babasın birer tıp fakültesi varmış o fakültede babalarının hayrına ders veren hocaları varmış öyle okutmuşlar kendilerini... Şaka gibi böyle saçmalık olabilir mi?...

Hekimsen hekimliğini bil! Ülkede maden işçisinden bir kanalizasyon temizleyenden pazarda limon satandan tuvalet işletenden de üstün bir yanın olmadığını bil çalışan olarak. Kendini vazgeçilmez sanma!

Bu tür #Doktorlar hiç bir zaman şaşırtmıyorlar. Bazıları epey paragözler ve zora gelemeyenleri hemen kaçma derdine düşüyorlar hemen ya da standardın çok üstü para. İstiyorlar ki kendi seçimleri olan 6-8 yıl okudukları ve yeri geldiğinde havasını attıkları ve meslekleri yüzünden özel ilgi gördükleri sosyal statü yanında toplumda bir de ekonomik olarak el üstünde tutulsunlar ve böylece kibirlerine kibir katılsın hiç sıkıntı çekmesinler

Yurtdışına giden #Doktorlar a "Nereye giderlerse gitsinler" diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan haklıdır çünkü;

Türkiye'de doktorların özellikle gitmeyi tercih edenlerin büyük bir kısmı demokrasiye de inanmazlar; jakoben, militarist ve elitisttirler epey paragözdürler ve insan ve yaşam odaklı bir ideolojileri yoktur ve kendilerini bu anlamda toplumdan ayrı ve üstün görenleri de çoktur.


Şu halde doktorluk değil, sadece hangi meslekten olursa olsun yaşamını başka ülkede sürdürmek için ülkeden göç edip sitem edene ve laf koyana tek bir söz söylenebilir:"güle güle gidin" Giden eğer biz olsak bile böyle denmesine razı olabilmeliyiz arkamızdan. Kimseye zorla vatanseverlik ve aidiyet öğretilmez.


"Siz kibrinizi neden bırakıp CHP'de görevinizde kalmadınız" diye sormazlar mı adama? Neydi sizi finalde seçimde "adam kazandı"sözün dışında özel kılan? Ki oy da halkın bir teveccühü idi. Öyle olduğunu twitter takipçi sayınıza güvenerek parti kurmanın sonucu olarak takipçi sayınız 50'de 1'i kadar oy alarak göreceksiniz 

Yani özetle Türkiye'de özellikle iki meslekte yıllardır militarist bir düzenden dolayı doktorlar ve subaylar kendilerini toplumdan ve halktan üstün görerek büyük bir seçkincilik faşizmi içinde kendilerini yaşatmaktalar .

Olmuyor işte kibirin birazı olmaz kibir hiçbir zaman birazla yetinmez, zaten insan doğası gereği kibirlidir ve törpülenmesi gerekir. Ama meslek bazda da kibir takınırsanız bunun sonu yok ve narsisizme gider ve gitmiştir, subaylıkta da geçmişte böyleydi Türkiye'de askere giden bilir.
Önclelikle "elitizm" nedir neden kötüdür anlattım Türkiye de mesleki anlamda yeri nedir ifade ettim. İsterseniz yazmayın ben iki tweetle meramı anlatır geçerim, polemik yapmam okuyan eğer kavrayışı ve bilgisi varsa alır.

"Elitist" ile "elit" arasında fark vardır. Öncelikle bilgilenin biraz. "Elitist"in anlamı politik ifade olarak nitelikli olanı benimseyen değil "seçkincilik"tir . Seçkincilik ise faşizm içerir yani "ayrımcılık" Ayrımcılık ise kötü bir şeydir dünyanın her yerinde her konuda... 

Sevgili Tarkan özel hastaneden vip muameleden aşağısını görmediği için muhtemelen doktorluk ve kamu sağlığı başka bir şey düşünemiyor olabilirsin normaldir.

Ama, eğer baş tacı olacak bir meslek arıyorsak bu inanın doktorluk değildir, olsa olsa askerliktir ve onun yanında polisliktir; çünkü biri canımızı vatanımız ve şerefimizi diğer ise güvenliğimizi ve adaleti korur. 

Bir meslek grubuna mesleğinin karşılığında parasını vererek tapınmak ve o meslek grubuna ayrıca ekonomik sosyal statüler vermeyi istemek! Sebep?

Bu türden bir yalakalığa ısrarla hak etmedikleri halde bir meslek grubuna ayrıca sosyal ve ekonomik bir statü vermeye çalışmaya ne gerek var? 

Atatürk'ün malum sözünü de çarpıtmayın, "Beni tamamen doktorlara emanet ediniz ve doktorları baş tacı ediniz" demiyor, tercihen halkına olan güvenin ve milliliğin bir gereği olarak "Beni Türk doktorlarına emanet ediniz" diyor.

Eğer öyle değilse neden halkımızın çoğusu : "Allah doktorların eline düşürmesin" diye bir kanaate sahip?

 #HekimlerNedenEylemde

#HekimlerGitmiyorHakkınıİstiyor #HekimlerHakkınıİstiyor


2 Mart 2022 Çarşamba

Putin Neden Haksız, Neden Kaybetmeli ve Yargılanmalı?
4


Pandemiden sonra nükleer savaş tehdidi düzeyinde bir 3. dünya savaşını kimse beklemiyordu.

Ama oldu ve pandemide epey sıkılan ve muhtemelen covid yüzünden günde her gün 1000 kişi ölen Putin Rusya'sı belkide bu kötü yönetimin baskısını ortadan kaldırmak için Ukrayna'ya saldırdı. 



Putin'in öfkesi belki de, 20 yılda yarattığı otoriter yönetimle Rusya ekonominisin dünyada bir anlamı ve değeri olamamasından ve bir saygınlık itibar kazanamamasından dolayıdır. Putin Rusya'sı kapitalist rejimiyle de dünyaya ne bir marka çıkarıp ne araba üretip satabildi, ne elektronik ne de tekstil ne de başka bir şey; sadece votka, gaz ve silah sattı.

Putin'in 3 ay önceki rutin yıllık basın toplantısında aşağıdaki videodan da göreceğiniz üzre NATO ve ABD'yi çok sert bir şekilde suçlayıp "burnumuzun dibine füze yığdılar, 12'ye bölündük hala onlara yetmedi ve artık top onlarda " diye açık açık ne yapacağının sinyal vermiş.


Tabii bu saldırıyı aynen video da dediği gibi Rusya'nın güvenlik kaygıları ile gerekçelendirdi ve şu an bu harekatın Ukrayna'yı silahsızlandırmak amacıyla yapıldığını  söylüyor

Peki Putin neden haksız bu konuda ve bu açtığı savaşta dünyanın selameti için neden Putin kaybedip Rusya'da devrilmeli ve neden hatta dünyayı nükleer savaşla tehdit ettiği için yargılanmalıdır?

Bunu ifade ederken elbette NATO ve ABD'yi savunmuyoruz ve NATO ve ABD'nin de malum defteri malum kabarık bu ayrı bir konu  ve zaten Suriye'de Rusya ile ABD zaten görünmez üstü kapalı bir savaş yapıyordu ve Rusya Suriye'ye hamilik yaparak önemli bir güç elde etti ve gerilim en zirvedeydi bu anlamda.

Ukrayna özelinden bakınca, aslında Putin'in mevcut argümanlarının da aynı Bush'un ki gibi birer paranoya ve saçmalık olduğu ve Putin'in giderek yaşlandığı ve ölmeden önceki şu dönemde Rusya'nın mevcut gücünden ve dünyadaki konumundan memnun olmadığı ve bunu değiştirmek istediği çok açık.

Video'dan gördüğümüz üzere "Biz Meksika sınırına veya Kanada'ya füze yığsak ABD ne yapardı bunu istemek çok mu?" diyecek kadar Rusya'yı ABD klasmanında bir ekonomik ve siyasi güç olarak gördüğünü ve ülkesini buradan hareketle Rusya'nın güvenliğini NATO tehdit ediyor diyerek girişeceği bu savaşta Rusya'yı haklı çıkarmaya çalışıyor.



Bu Rusya'nın içine düştüğü çok saçma ve ezik bir durum bir yandan çünkü dış politika olarak son derece sert ve güçlü bir dış politikası ve askeri gücü olan bir devlet için ve ülkesini koruma adına Ukrayna'ya yaptığı bu saldırıda sunduğu bu gerekçeler epey çocukça ve çok yanlış.. 

Rusya'nın Güvenliğini Koruma Yalanı ve Paranoyası!

Büyük bir nükleer güç olan, soğuk savaşın 2 ülkesinden biri olan Rusya neyden endişeli  olabilir ki güvenliği hakkında bu dünyada? Asıl kaygılanması gereken elbette Rusya'ya sınır olan ülkeler ve bunların kendilerine müttefik araması kadar doğal ne olabilir?

Eğer tamamen Putin'in kaygıları açısından bakarsak, o zaman güçlü bir ülke kendinden zayıf komşusu olan bir ülkeye, sırf bu zayıf komşu ülkenin güçlü müttefikleri var diye ona ordu sahibi olma hakkı bile tanımamalı. Böyle bir saçmalık olabilir mi?


Kardeşini kazanamayan ona savaş açar kardeşini kıskanan ona savaş açar.

Ayrıca Rusya ile Ukrayna kardeş bir millet ve Putin eğer kendisi bu kardeş sayılacak ve içinde milyonlarca Rus'un yaşadığı bu ülkeyi ikna edip kendi yanında tutamamışsa ve bu ülke AB ve ABD ile müttefik olup kendisini Putin diktasında yönetilen Rusya'dan koruma korkusu ve gereği duyuyorsa, o zaman Putin bu şekilde sızlanmamalıdır. 

Çünkü doğal olarak yarı dikta ile yönetilen bir Rusya'ya komşu olan Ukrayna'ya yığılan füzeler ABD Rusya'ya saldırsın diye değil Ukrayna'nın kendisini Rusya'dan koruma amaçlı olacaktır. Bunu bu durumda olan her ülke yapacaktır.

Ve evet, ABD çıkıp: "Beni burnunun dibine füze yığmakla suçluyorsun, o zaman yapabiliyorsan Meksika'ya neden ikna edip sende oraya füze yığmayı denemiyorsun"da diyebilir.

ABD'nin bu suçlamalar da kendini aklayacağı o kadar açık ki...

"Ben dünyanın her bölgesinden müttefikler edinip onlarla işbirliği yaparım eğer sen bu ülkelerden birine komşu isen ve bu ülke senden korktuğu için benle askeri müttefiklik yapıyorsa bu senin sorunundur " da diyebilir ABD haklı olarak ve bunda uluslararası hukuk aykırı hiçbir şey yok.

Sonuç olarak, Putin'in ortadoğuda Kuveyti işgal eden Irak diktatörü Saddam'dan uluslararası hukuk açısından hiçbir farkı yoktur ve Rusya'nın büyük bir imparatorluk geçmişinden gelmesi sahte bir demokrasiye sahip olması bu gerçeği değiştirmez.

Kaldı ki, ABD ve NATO hiçbir şey yapmasa bile, kendi ülkesi Rusya'yı dikta ile yöneten; ülkesinin demokrasi ve muhalefetini 20 yıldır yok ederek hatta ana muhalefet liderini zehirleyen Putin'in dünya barışı için çalışacağını düşünmek aptalca bir romantizm ve hümanizm olurdu..

Sorun, temelde Rusya'da demokrasinin olmayışı ve bu demokrasinin olmaması sonucunda otoriter/yarı diktatör Putin'in dünya üzerinde büyük günahları olan ve amacı için yapmayacağı şey olmayan NATO ile Rusya'yı yenileceği bir yarışa sokmasıdır.

Eğer Rusya demokrasi ile yönetilseydi Putin olmazdı ve NATO'nun egemen olduğu bu coğrafya da Rusya kendisini NATO ile kavgaya sokmak yerine kendisini daha çok dünyaya entegre etme ve halkına daha çok refah sunma yarışı içinde olacaktı.


Süreç en nihayetinde 5 yılda sürse savaş buraya gidecek ve Putin diktasi Rusya'da yıkılarak Rusya dünyaya yeniden demokratik bir ülke olarak entegre olacaktır veya çok uzun süre Kuzey Kore gibi bir ülke olarak kalacaktır..

Ama sorun şu ki, bunun daha erken olması için Biden ve AB liderleri büyük bir hata yapıyorlar; eğer olayı Putin'in Rusya'da demokrasiyi yok ettiği ve saldırganlığının da bu otoriter yönetim biçiminin sonucu olduğu üzerine kurarlarsa, kısa sürede Rus halkını bu yaptırımlar içinde kazanıp daha hızlı şekilde Putin'in devrilmesini sağlayabilirler!

Şu halde olayı Putin de değil, "Rusya 3. dünya savaşına sebep oluyor bu iş nükleer savaş gider ve Rusya bunun bedeli öder" şeklinde anlatmaları, zaten yaptırımlara epey kızan Rus halkını daha da kışkırtıp Putin'i ölümüne desteklemeye sevk edecektir.

Bu yüzden Putin' muhalefet işi bunak Biden'a bırakılmamalı ve Almanya ve Fransa kontrolü ele almalıdır.

Özetle, Putin kaybetmeli ve dünyayı nükleer savaşla tehdit ettiği için yargılanmalıdır. Çünkü bu böyle giderse Rusya asla durmayacak ve ABD'nin ve NATO'nun işlediği suçlardan daha büyük bir sonuca doğru gidecek gözüküyor. Aşağıdaki videoda göreceğiniz üzere Putin'in nasıl bir paranoya ile kendini dünya gerçeklerinden ve insani duygulardan koparttığı çok net.


Diğer bir açıdan bakarsak, 30 yıllık süreçte Ruslar kapitalizmi de beceremediği ortaya çıkıyor tıpkı sosyalizm gibi.  Bir anlamda 30 yıllık dünyaya entegre yönetimlerini de yüzlerine gözlerine bulaştırdıkları ve gerçek anlamda dünyaya entegre olamadıkları ve Rus'ların NATO dan bağımsız olarak bile bir uyum sorunu ve aşşağılık kompleksi içinde oldukları ortaya çıkıyor.

Bu gidişle olmayı hak ettikleri tek seçenek ve yer kaldı o da Kuzey Kore'nin yanı, yani komünizm... 

Ve dünyanın Putin'i aynı kafadan olan halkına demokrasiyi çok gören Kim Jong'un yanına göndermesi gerekecek.



23 Eylül 2021 Perşembe

Türkiye'de Enflasyonun Yarısı Keyfi Zamlardır.


Türkiye 70-80'lerden bu yana ağırlıkla siyaset terminolojisinde "merkez sağ"denen ama ideolojik olarak liberal - muhafazakar -milliyetçi olan "sağ" da gözüken tek başına iktidar ve koalisyonlar ile yönetiliyor ve yüksek vergi de yüksek enflasyon da bu iktidarların kendilerinin yarattıkları ve çözemedikleri, sonuçta çözmedikleri için kendi kendilerini de iktidarlarından eden temel iki ekonomik sorun olarak çıkıyor karşımızda hep.

Yüksek vergi elbette vergininin tabana yayılmamasının bir sonunucu olarak çıkıyor karşımıza, yani devlet herkesten adil ve düşük vergi alacak düzeni oluşturup denetleme yapamadığı için, bir seferde bazı kalemlerden fahiş vergiler alarak işin kolayına kaçıyor. Araba ÖTV'sinde olduğu gibi... Bu ayrı bir yazının konusu.

Yüksek enflasyon ise, bu düzensiz ve ilkesiz adil olmayan ekonomik düzenin, daha doğrusu düzgün yönetilmeyen bir ekonomi yönetiminin sonucu aslında.

Ülkemiz son 5 yıldır tekrar yüksek enflasyon sarmalına girdi ve iktidar çözmediği ve köklü çözümlerde üretmeyip inkar etme yöntemini seçtiği için işler daha kötüye gidiyor.

3 yıl önce 50 tl ye yapılan market alışverişi şimdi 130-140 liraya yapılıyor.

Perakendecilere ve üreticilere sorulduğunda ise genelde maliyetlerden basediliyor. Bu elbette önemli bir etken ama aynı zamanda bu birer fahiş ekstra zam bahanesi olarkatan kullanılıyor.

Yani "battı balık yan gider" hesabı eğer maliyette bir artış varsa bile bunu perakendeci ve üretici ölçülü olarak yanstımıyor fiyatlara ve bunu bir fırsatçılık olarak kullanıyor ve fahiş keyfi zam yapıyor.

Bunun en bariz örneğini yumurta fiyatlarında görüyoruz. Aşağıdaki haberde izlediğiniz de göreceğiniz gibi enflasyon %50 den fazla keyfi olarak üreticiler ve perakandeciler tarafından yapılıyor maliyetten bağımsız olarak.


Röpotajı izlediğinizde göreceğiniz üzere üretici zam için somut bir gerekçe asla söylemiyor, bir borsacı ve demir çelik üreticisi gibi konuşuyor ve asla yem bu kadar arttı ve bunun sonucunda bu oldu demiyor.

Tüm ifadelerine bakarsanız, tamamen üretici olarak kendilerini bu haksız kazanç düzeninde konumlandırmak ve "biz de çok kazanalım diğer sektörler gibi bizim başımız kel mi?" minvalinde anlatıyor...

Yok efendim global ürünmüş hammaddeymiş ambalaj fiyatı artmışta.. 

Neyin hammaddesinden bahsediyorsunuz; hammadde gıda dışı kompleks sanayi üretiminin bir terimidir ve teknik ve teknolojik bir terimdir. 

Yumurta üretimi ne zamandan beri petrol veya metal hammaddesi veya elektronik ürün gibi anlatılır oldu. Çiftçi evinin bahseçsinde kümestede üretiyor yumurtayı.. Neyin havası bu? Yumurta bu yumurta, hani tavuğun götünden çıkan dünyanın en ucuz ve bol gıdası. Bunu altın madeni gibi anlatmanın alemi ne? Kimi kandırıyorsunuz...

Tavukları mısırla mı besliyorsunuz arpa ile mi neyle?. Mısır pazarda 10 tanesi 10 lira hala geçen senede aynıydı.

Neyin hammaddesi bu? Bilmediğimiz...

Ayrıca üretici yumurtayı kırmızı etle kıyaslıyor, 1 yaşına bile glemeyen tavuğa yem verip her gün yumurtlatmayla 1 sığırı yıllarca besleyip 100 kilo gram et alabilme ile nasıl kıyaslıyorsunuz. Şaka gibi.. Yok protein değeriymiş etle eşitmiş falan.

Neyin aşşağılık kompleksi bu. Yumurtanın tekinin 1 birim fiyat olması gerektiğine nasıl ikan etmişse artık kendiniz. Açık açık 'yıllarca size sözde yumurtayı ucuz yedirdik, yok artık öyle yağma' demeye  getiriyor.

Ayrıca yumurta global ürün ise, pandemide ABD'de neden artmıyor? Buyurun aşağıda ABD de ve Türkiye'de yaşan Okan Serbest tarafında çekilden bir video ABD'de 15 yumurta 3-4 birim fiyata satılıyormuş.


Buyurun buna ek olarak perakendecilerin yaptıkları ile gerçekleri anlatan bir video


 

Sonuç olarak, Türkiye'de enflasyonun yarısından fazlası kriz fırsatçılığından dolayıdır ve bu anlamda evet iktidardan daha fazla yanlışı olan tüccarar ve üreticilerdir.

Bunu kabul etmemiz ve ona göre davranmamız gerekiyor.

Eğer yumurta üreticisi kriz fırsatçılığı yapıyorsa yumurta tüketimimiz yarıdan fazla azaltmalıyız.

Böyle sektörü tüketiciler olarak bizler yönetebiliriz fırsatçılar değil.

Diğer Projemiz